Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

The Platform

2019, İspanyol yapımı The Platform filmini izledim. Yönetmenliğini kısa filmleriyle tanıdığımız Galder Gaztelu-Urrutia’nın yaptığı filmin senaryosunu David Desola ve Pedro Rivero ikilisi yazmış.

Ivan Massagué, Zorion Eguileor, Antonia San Juan, Alexandra Masangkay ve Emilio Buale gibi oyuncuların rol aldığı filmde özellikle Ivan Massagué  (Goreng) ve Zorion Eguileor(Trimagasi) ikilisinin performansı gayet iyiydi.

Urritia, içinde yaşadığımız dünyanın adaletsiz, eşit olmayan, acımasız sınıf farklılıklarını, aç gözlülüğü ve insanoğlunun hırslarını keskin ve net bir biçimde gözlerimizin içine soka soka anlatıyor.

İzlerken 90’lı yılların kült filmlerinden biri olan Küp (Cube) filmini hatırladım. Oradan bir esinlenme olduğu muhakkak.

Elbette David ve Pedro ikilisine bu orijinal senaryo için tebrik etmek lazım. Lakin benim bir iki hususta eleştirim olacak bunu sona sakladım.

Platform, her katta iki kişinin kaldığı ve 333 odanın bulunduğu bir tür dikey hapishane ya da ıslah evi ya da bir sosyal deney mekânı da denilebilir, böyle bir yerde geçiyor. Dolayısıyla burada 666 kişi kalıyor.

Bilindiği gibi 666, Hristiyanlıkta şeytana ait kabul edilir. Yani şeytanın evi olarak da değerlendirebileceğimiz El Hoyo’da yani “delikte” işler biraz tuhaf yürüyor.

Bu yapının ortasına yerleştirilen platform, her gün yiyeceklerle dolu bir şekilde yukarıdan aşağı doğru iniyor ve her katta sadece kısa bir süre duruyor. Yemekler en üst katta yönetim tarafından titizlikle hazırlanıyor.

Kahramanımız Goreng, platforma dahil edilmeden evvel sevdiği yemeklere varana kadar kendisi hakkında bir liste hazırlanıyor. Ve bu enfes yemekler hazırlanırken yapılan en ufak bir hata ise şefin büyük tepkisine neden oluyor.

Esasında platformda herkesin en sevdiği yemeklerin olduğu bir masa var ve herkes kendi sevdiği yemekten yeteri miktarda yediği takdirde bir sorun olmayacağı düşünülüyor. Ancak bu aşağıya doğru indikçe hiç de öyle olmuyor.

Katları her ay değiştirilen mahkûmlardan üst katlara çıkacak kadar şansı olanlar, hunharca karınlarını doyururken, alt kattakiler onların artıklarıyla yetiniyor.

En alt kattakilere bir şey kalmayınca da bu sefer en diplerde büyük kıtlık ve ölümcül bir açlık savaşı baş gösteriyor.

Zaten yönetmenimiz, filmin başında insanları üçe ayırıyor. En üsttekiler, ortadakiler ve çukurdakiler.

En üst katta yönetim tarafından -siz bunu Allah’ın sonsuz lütfu ve cömertliği olarak da anlayabilirsiniz- hazırlanan kusursuz yemekler birinci seviyedekiler tarafından hunharca çarçur ediliyor.

Bunlar bana göre küresel servetin % 50’sinden fazlasını tekellerinde tutan finans baronlarıdır. İlk yanlış burada yapılıyor.

Bir müddet sonra bir alta doğru inildiğinde orada da bir üsttekiler tarafından bırakılan yemekler yine aynı açgözlülükle tüketiliyor. Ne var ki aşağıya doğru inildikçe sofrada hiç yemek kalmıyor.

Bu sefer de insanlar birbirlerini yemeye başlıyorlar.

Goreng gözünü 33. Seviyede açtığında onu ihtiyar ve tecrübeli bir oda arkadaşı karşılıyor. Goreng’in yanında getirdiği Don Kişot kitabı da dikkat çekicidir. Bunu bizzat yaşayacaktır çünkü.

Ve tüm kuralları öğretmeye başlar. Öyle ki eğer yemekten kendine bir lokma dahi ayırırsan oda birden yanacak kadar ısınıyor ya da çok soğuk oluyor.

Yani kendine azık ayıramazsın. Trigamasi bunun farkında ve hazırlıklıdır. Hatta yanında bir de bıçağı vardır. Çünkü alt katlara indiklerinde Goreng bu acı gerçekle yüzleşir. Ortağı, nazik bir dille buna mecbur olduklarını söyler.

Platformda sürekli kayıp çocuğunu arayan Miharu’yu günümüzdeki mültecilere benzettim. Filmde ara ara platformlarda gözüken bu kadının çocuğunu aradığı biliyoruz.

Film konu olarak küresel kapitalist sistemi ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri acımasızca gözler önüne seriyor.

Alt kattakiler El Hoyo’nun çarpık düzeninin farkında olsalar da ellerinden bir şey gelmiyor. Üst katlara çıktıklarında ise geldikleri yeri unutup, daha fazla hak yemeye başlıyorlar.  

Onlar için ayrılmış yemeklerle de ilgilenmiyorlar. Ancak sertlikten anlıyorlar.

Geçmişte yokluk çekmiş birinin sınıf atladığında bunu unutması ve daha fazla elde etme isteği  açıkçası insanın bitmek bilmez hırsına ve egosuna yenik düştüğünü göstermektedir.

Aslında herkese yetebilecek kadar yiyecek varken sürekli birileri aç kalıyor, yemek için savaşıyor, ve birbirini öldürüyor.

Goreng, kurtarıcı Mesih gibi belirerek yoldaşı Baharat ile birlikte bu adaletsizliğe bir son vermek adına  insanları örgütleyerek “adil paylaşımı” ikna yoluyla devreye sokmak istiyor.

Bu sebeple bir bilgenin tavsiyesiyle en alttakine bir mesaj göndermek isterler.

Mesaj kremalı pastadır. Çocukların en sevdiği tatlı. Çünkü en alt katta bulunan, kurallara aykırı olarak platforma alınmış olan bir çocuktur. Mesaj aslında masumiyete ve insanın doğal fıtratınadır. Kurtuluş ancak insanın doğal fıtratına dönmekle mümkündür.

Gelelim eleştirimize. Filmde kapitalist düzenin acımasızlığından kurtulmanın yolu olarak sosyalizm propagandası yapılıyor. Oysa bu ideolojinin de geçmişte binlerce insanın -aynı filmde olduğu gibi-birbirilerini yedirttiği gözden kaçırılmış.

Sovyetler döneminde Ukrayna’da ve Mao döneminde Çin’de binlerce insan açlıktan birbirlerini yedi. En bariz sınıf farklılıkları sosyalist hükümetler döneminde görüldü.

Buna rağmen filmi sevdim. Meseleyi net bir şekilde ortaya koyuyor. Dünyada küresel bir adaletsizlik hakim. En tepedekiler servetimizi, bize ait olan yemeğimizi, hakkımızı hunharca tüketiyor. Bu alta doğru böyle sürüp gidiyor.

Marketlere koşarak arabalarına azık dolduran insanların doymak bilmez iştahı gibi. Bu insanları Trigamasi’nin yemek yiyişine benzetiyorum.

Bir üst sınıf alt sınıfın hakkını yiyor. Sınıf atlayan ve biraz para gören ise yine geldiği yeri unutup bir alttakinin hakkını yemeye devam ediyor. Geriye savaşlar, açlık, sefalet ve bir yığın adaletsizlikler…

Oysa dünyada hepimize yetecek kadar nimet var. Bu adaletsizliğin giderilmesi için bana göre en üsttekilerin tasfiye edilmesi gerekiyor.  Ve belki de dünyayı masum bir mülteci çocuğunun saflığı kurtaracak, bilemiyoruz.

Yorum Yazın