Avrupa’nın İki Dişi Aslanı - 2
12 Haziran 2025, Perşembe 22:44 74 kez okundu.Avrupa’nın İki Dişi Aslanı: Muhafazakâr Uyanış Çağında Giorgia Meloni ve Alice Weidel
Meloni, liderliğini daha çok uluslararası diplomasi, bölgesel stratejiler ve Avrupa dış politikası üzerinden inşa ederken; Weidel’in gücü Almanya’nın iç siyasetinde, özellikle de doğudaki seçmen tabanında ve parlamento içi muhalefet stratejilerinde yoğunlaşmıştır. Bu yönüyle Meloni, Avrupa’nın dışa dönük yüzlerinden biri haline gelirken; Weidel, içerideki siyasi memnuniyetsizlikleri temsil eden sert bir muhalefet figürü olarak öne çıkar. Her biri, farklı kulvarlarda ilerlese de, aynı muhafazakâr dalganın farklı tonlarını Avrupa siyaset sahnesine taşımaktadır.
-Giorgia Meloni: Uluslararası Muhafazakâr Köprü-
İtalya Başbakanı olarak Meloni, kısa sürede küresel ölçekte en görünür kadın muhafazakâr liderlerden biri haline geldi. Kendisinden önceki birçok ismin aksine, milliyetçi söylemleri pragmatik bir diplomasi anlayışıyla dengelemeyi başardı. Hükûmeti, ABD ile güçlü ilişkilerini sürdürürken, Avrupa Birliği ile olan temaslarını stratejik bir dengeyle yürütüyor. Özellikle dikkat çeken bir diğer adımı ise, İtalya’nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki etkisini önemli ölçüde artırması oldu.
Meloni’nin diplomatik üslubu, genellikle kuşkuyla yaklaşılan bölgelerde karşılık bulmaya başladı. Orta Doğu’da Meloni, giderek daha fazla, sertlik ile saygıyı bir arada taşıyan, yalnızca yöneten değil aynı zamanda dinleyen bir Avrupa vizyonunu savunan bir lider olarak görülüyor. Ekonomik iş birlikleri ve göçmenlik anlaşmaları konusunda yapıcı bir dil kullanıyor; popülist kışkırtmalardan uzak durarak İtalya’nın konumunu AB ile Küresel Güney arasında jeopolitik bir köprü olarak yeniden tanımlıyor.
-Alice Weidel: Memnuniyetsizliğin İç Politik Stratejisti-
Meloni uluslararası alanda imajını güçlendirirken, Alice Weidel ise gücünü ülke içinde pekiştirmeye odaklanıyor. Almanya’nın Alternative für Deutschland (AfD) partisinin keskin ve belirleyici sesi olan Weidel, özellikle Doğu Almanya’da hızla yükselen anket sonuçlarının arkasındaki en etkili figürlerden biri. Parti; göç, enflasyon ve enerji politikaları etrafında biriken seçmen memnuniyetsizliğinden ustalıkla yararlanıyor.
Weidel, dünyayı dolaşan bir devlet insanı değil; o, taktiği ve iç siyasi hesapları ön planda tutan bir operatör. Parlamento içindeki etki alanını artırmak, bölgesel zaferler kazanmak ve AfD’yi ana akım siyasetin meşru bir aktörü olarak kabul ettirmek onun temel hedefleri arasında yer alıyor. Weidel’in cazibesi daha içe dönük: O, bir dönüşüm sürecindeki Almanya’nın kaygılarını yansıtan bir figür.
-Thatcher ve Le Pen’in İzinde mi?-
Giorgia Meloni ve Alice Weidel’in yükselişi, bir döneme damgasını vuran Margaret Thatcher’ın izlerini taşıyor. Thatcher, erkek egemen siyasi yapılar içinde varlık gösterirken asla ideolojik taviz vermeden, kadın liderliğini baştan tanımlamış bir figürdü. Benzer şekilde, henüz iktidara ulaşamamış olsa da Marine Le Pen, Avrupa genelinde milliyetçi kadın politikacıların ciddi adaylar haline gelmesinin önünü açtı.
Ancak Meloni ve Weidel, seleflerinden çok farklı bir çağda siyaset yapıyorlar. Dijitalleşmenin hız kazandığı, siyasi yapıların parçalandığı ve COVID sonrası belirsizliklerin arttığı bir dönemde, iletişim, kimlik ve diplomasi sürekli baskı altında. Onlar sadece bir mirası devam ettirmiyor; aynı zamanda bu mirası çok kutuplu ve kutuplaşmış bir döneme yeniden uyarlıyorlar.
Ne’yi Temsil Ediyorlar?
Giorgia Meloni ve Alice Weidel’in siyasal yükselişi, yalnızca parti stratejilerinin ya da seçim başarılarının sonucu değil; aynı zamanda Avrupa’daki daha geniş bir toplumsal dönüşümün yansıması. Kurumlara olan güvenin azaldığı, kültürel kutuplaşmanın derinleştiği ve merkez siyasetin etkisini yitirdiği bir dönemde, bu iki kadın, modern sağın çelişkilerini bünyesinde barındıran figürler olarak öne çıkıyor.
Onlar, küreselleşme tarafından dışlandığını hisseden, teknokrat elitlerle bağlarını koparmış, kültürel liberalizme karşı giderek daha şüpheci hale gelen seçmenlere hitap ediyor. Meloni ve Weidel, seçmenlerdeki egemenlik, aidiyet ve istikrar arzusunu başarıyla yakalıyor—ancak bunu modern bir yorumla yapıyorlar.
Temsil ettikleri şey, geleneksel ataerkil düzene dönüş değil; aksine, yeniden şekillendirilmiş bir muhafazakârlık. Bu yeni anlayışta kadın otoritesi, ideolojiye aykırı değil, onun meşruiyetini güçlendiren bir unsur olarak kabul görüyor. Meloni ve Weidel, sağ siyasetin artık yalnızca “güçlü erkek figürlere” yaslanmak zorunda olmadığını gösteriyor; sağ artık bir anne, bir ekonomist ya da teknolojiye hâkim bir stratejist yüzüyle de temsil edilebiliyor.
Bu yükseliş, çok daha derin bir dönüşüme işaret ediyor: siyasi sembollerin yeniden hizalanması. Artık bir kadın da milliyetçiliği ironisiz bir şekilde temsil edebiliyor, muhafazakârlık ise izleyiciye göre hem “gerici” hem de “ilerici” bir söylem sunabiliyor.
Parçalanmış bir siyasal ortamda, Meloni ve Weidel sadece birer siyasetçi değil; aynı zamanda hayal kırıklığı, başkaldırı, kimlik arayışı ve hırs gibi birçok duygunun taşıyıcısı. Onlar, bu zamanların ruhunu yansıtan işaretler.
Avrupa’da Muhafazakâr Kadın Liderliğin Geleceği
Giorgia Meloni ve Alice Weidel’in yükselişi, yalnızca değişen bir siyasi düzenin değil, aynı zamanda liderliğin kime ait olduğu ve nasıl şekillendiğinin yeniden tanımlandığının da göstergesi. Bu iki kadın, Avrupa’nın içten içe dönüşüm geçiren muhafazakâr dalgasının simgeleri haline geldi—her biri farklı bir liderlik modeli sunuyor: biri uluslararası odaklı, diplomatik ve ideolojik, diğeri ise iç politikaya sıkı sıkıya bağlı, hesapçı ve ödünsüz.
Meloni, İtalya’yı Avrupa ve Akdeniz siyaseti içinde merkezi bir aktör olarak konumlandırmayı başardı—üstelik bunu milliyetçi köklerinden vazgeçmeden yaptı. Öte yandan Weidel, Almanya siyasetini kökten etkileyebilecek bir projeyi adım adım hayata geçiriyor; savaş sonrası döneme ait siyasi tabulara ve ana akım direnişlere meydan okuyor.
Bu liderlerin varlığı, toplumsal cinsiyet ve ideolojiye dair alışılagelmiş anlatıları da karmaşıklaştırıyor. Feminist bir devrim çağrısı yapmıyorlar ama liderlikleri mevcut düzeni sarsıyor. Ilımlı değiller, ama çoğu zaman erkek muadillerinden daha stratejik ve daha soğukkanlı hareket ediyorlar.
Avrupa’nın göç, enerji ve güvenlik gibi temel krizlerle karşı karşıya olduğu bu dönemde, Meloni ve Weidel gibi figürler sadece kendi ülkelerinin değil, Avrupa'nın siyasi yönelimlerinin de belirleyici aktörleri haline geliyor. Onlar yalnızca siyaset yapmıyor; Avrupa’nın geleceğini şekillendiren ideolojik ve simgesel mücadelelerin merkezine oturuyorlar.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum