Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

96. Yılında Cumhuriyet

Ülkenin çocukları, cumhuriyet, millet ve meclis denildiğinde akıllarına, Osmanlı padişahlarının ne fena adamlar olduğu ve onların nasıl kovulduğu gelir. Çünkü cumhuriyet tarihi öyle anlatıldı.

 

“Cumhuriyet değerleri” denildiğinde de bunun içinde asla Türk İslam tarihinin değerleri, kültürü, sanatı, mimarisi, şiiri, düşüncesi yer almıyordu. Hele hele Anadolu insanı, Âşık Veysel’i, Yunus’u, Mevlana’sı, dindarı, köylüsü hiç yoktu. Oysa olmalıydı.

 

Bunu yüz yıl kadar sonra Erdoğan hükümetleri döneminde vesayetle, elitist seçkin bir zümre ile yani eski Türkiye ile hesaplaştığımızda anladık.

 

Öğrendik ki cumhuriyet denilen rejimin içerisinde fakir Anadolu insanı da varmış ve pek değerliymiş!

 

Cuma gününe denk getirilen ilk meclisin açılışını bilirsiniz. Mustafa Kemal’in bütün memlekete yayımladığı bildirilerde belirtildiği üzere Kuran hatimleri yapılmıştı.

 

Hatta Cuma ezanından önce camilerde salavatlar okundu ve Padişah Vahdettin’in adı zikredilerek kendisinin, vatanın ve milletin kurtuluşu için dualar edildi.

 

Mustafa Kemal ve diğer vekiller Hacı Bayram Veli Cami’nde kılınan namazdan sonra “Sakalı Şerif” ve sancaklar eşliğinde meclis binası önüne geldi ve okunan Kuran-ı Kerim’den sonra dualar edildi ve kurbanlar kesildi. En yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey’in konuşmasıyla TBMM açılmış oldu.

 

Bugün böyle bir sahne yaşansa en başta CHP ülkeyi ayaya kaldırır!

 

Oysa Birinci Meclis’te padişah yanlısı, ittihatçısı, solcusu, Bolşevik’i hepsi vardı. İç meşruiyet açısından son derece zengin görünüme sahip olan meclis bu özellikleriyle fevkalade idi.

 

Birinci dönem meclis vekilleri vatanın kurtuluşu için bir araya gelmiş, idealist ve fedakâr insanlardı. Yakın bir okuldan getirilen sıraların olduğu meclis binası gaz lambasıyla aydınlatılır, vekiller son derece mütevazı ortamlarda yatar kalkar ve alınan tasarruf tedbirleri gereği fedakârca çalışırlardı.

 

Bize ne olduysa Lozan’dan sonra oldu. CHP, kendi kültüründen, dininden, namusundan vazgeçmiş, Batı’nın kölesi olmaya hazır, çağdaş dedikleri yepyeni vatandaşlarla yeni bir ulus yaratma idealine dayanan zorba uygulamalarına start verdi. 

 

İstiklal mücadelesinden yeni çıkmış olan milletin; giyimiyle, alfabesiyle, üstten kumanda edilen laik yaşam biçimiyle çağdaşlaşma yolunda durmadan ilerlemesi için başına gelmedik kalmadı!

 

Milletin, bin yıllık İslam kültüründen aldığı gücü yok etmek için ciddi çaba sarf edildi.

 

Yunan alfabesi 2800, İbrani alfabesi 2600 ve Latin alfabesi 2400 yıldan beri varlığını muhafaza ederken sırf “Osmanlı kitaplarındaki Orta Çağ birikimiyle (!)” ilişkileri koparmak gerekiyordu” denilerek alfabe değişikliğine gidildi.

 

Peki, bir ülkenin Batı kültürüne açılabilmesi için harf devrimi yapmasına gerek var mıydı? Yani, bir şeker fabrikası açmak için illa harf reformu mu yapmak gerekiyordu?

 

Yapıldı. Yapıldı ancak başarılı olamadı.

 

Örneğin, Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğü yaklaşık 60.000 madde başlığı içermekteyken buna karşılık Ali Püsküllüoğlu’nun Öz Türkçe Sözlüğü’nün 1975’te yapılan dördüncü (Türk Dil Kurumu’nun hizmetlerine son verilmesinden önceki son) baskısının içerdiği kelime sayısı 4.600’dür.

 

1927-35 arasında okuma yazma öğrenenler toplam nüfusun sadece yüzde 10.3’nü oluşturuyordu. 1935’te ancak yüzde 20’ye çıkabilecektir.

 

Örneğin 1925 yılında gazetelerin toplam tirajı 40 bin iken bu sayı 1928 yılının sonunda 19 bine düştü. Daha da kötüsü 1932 yılından 1970’lere kadar(bu hala devam ediyor) 6500 yeni sözcük yaratılmıştır.

 

Devellioğlu’na göre 83,400 kelimelik Türk dilinden yaklaşık 60 bin kelime atılmış ve yerine 3100 kadar yeni kelime konulmuştur. Dolayısıyla dil devrimi adı altında Türkçe yazı dili en az yüzde 68 oranında fakirleşmiştir.

 

CHP’li Mahmut Tanal gibilerin AK Parti’nin seçim şarkısı olarak belirlediği Bismillah’ı din siyasete alet ediliyor gerekçesiyle şikâyet etmesi gibi meselelerle uğraştı CHP.

 

Bugün Atatürk’ün partisi Cumhuriyetin 96. yılında Amerikan emperyalizmin çıkarları doğrultusunda bir politika belirliyor ve terör örgütlerine net ve keskin ifadelerle tavır koyamıyorsa burada çok ciddi bir problem var demektir.

 

Peki, bu cumhuriyetin değerlerine aykırı değil midir?

 

Erdoğan, siyaset sahnesine adım attığında enflasyon %70'lere dayanmış, ülke % 6 oranında küçülmüş, borsa çökmüş, repo faizleri %7500'e, gecelik faizler de %6200'e kadar fırlamıştı. Cumhuriyet rejimi darbelerle yara almış, vesayet bir kabus gibi ülkenin üzerine çökmüştü.

 

Erdoğan, daha ilk dört yılda tüm verileri tersine döndürmeyi başardı. Sadece iki yıl sonra enflasyon son 34 yılın rekorunu kırarak tek haneye düştü. Dört yılda milli gelir %32 oranında arttı. IMF'nin borcu ödendi ve büyük projeler hız kazanmaya başladı. Bunun Türkiye Cumhuriyet’i açısından bir kıymeti yok mudur?

 

Bugün Türkiye, her geçen gün güçleniyor. Bu bakımdan içinde demokrasinin, insan ve değerlerinin var olduğu bir cumhuriyet anlayışına doğru yol alıyoruz.

 

Kısacası Türkiye şekli bir cumhuriyetten özgürlük değeriyle beslenen gerçek bir cumhuriyet anlayışına doğru yol almaktadır. Bugün bir kesimin cumhuriyeti kutsallaştırmalarının altında yatan bir önemli neden de bu tür bir cumhuriyetçilik anlayışından devşirdikleri güç ve nüfuzdu.

 

Onların da maskeleri düştü. Çünkü cumhuriyet zannedildiği gibi belirli bir kesimin tekelinde, anlayışında ve pratiğinde yer eden ve sadece bu kesimin icat ettiği sanılan ve ondan çıkar elde edilen bir yönetim biçimi değildir.

 

Türkiye insan ve değerleri alanında özgürlükçü adımlar attıkça, demokratikleştikçe, farklı kesimlerle bir arada huzur ve barış içinde yaşama iradesi gösterdikçe cumhuriyet bir anlam kazanacaktır.

 

 

Yorum Yazın