Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Bütün Dişlerini Söken Adam!

Yaşadığı döneme sığmayan bir büyük adam. Yerini yadırgayan. Dünya evinden bunalan. Yalnız. Ama hep üretken. Bir dua gibi güzel ve derin. Tutku dolu bir şair. Van Gogh gibi. Ve 37 yaşında gelen ciğer hastalığı.

Yalnızlığını günlüklerine sığdırmaya çalışan Tanpınar’ın aşkları, tutkuları, gelip giden ruh halleri, hastalıkları, tiryakiliği…

Hep yutkunmuş bir adamdır o. Ağzına kadar gelen kelimeleri çoğu kere geri gönderen, kendini kendi içinde yaşayan bir keder sahibi. Büyük çöküntü ve melankoli anları dışında da neşeli.

“Hiçbir şeyi bitiremiyorum. Gece yarısı öksürükle uyandım ve ilk defa gelecek seneye çıkamam korkusu aklıma geldi. Hiçbir şeyi bitiremeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanmadığım kelime varken…”

Başlıyoruz;

4 Mart Perşembe 954

“Salı sabahı. Korkunç rüyalardan uyanma. Acayip hisler. Para meselesi de trajik. Bütün sabahı acayip bir üzüntü, korku içinde ve fakat geleceğini bilerek geçirdim.

Sonra birden kapı çalındı. Halim, gülünçten beterdi. Açtım. Küçücük eli, yüzü, konuşan gözleri, omuzları, saçları ve başı ile o idi.

Sevincim dünyanın en büyük yangınını yapabilirdi. Peki, böyle bir günden sonra her şeyin değişmesi lazım değil mi? Nerde?...”

Sevdiği kadının ismini yazmadığı   günlüklerinde hayatının en büyük aşkını dile getirmektedir.

“Biliyorum o gün büyük bir hata işledim. O gün seni görmek için oraya gitmiş fakat seni görmemezliğe geldim. Sadece seni değil arkadaşını da! Bunu niçin yaptım. Belki seni kendimde yıkmak, bu bahsi kapatmak, yaşımın adamı olmak için.

Fakat değil. Sadece sana meydan okumak içindi bu. İnsan niçin değişmiyor? Niçin hep eskisi gibi kalıyoruz? Niçin tabiat herkesle müsavi şekilde konuşmuyor ve neden ben hala on sekiz yaşında bir mürahıkım.

3 Aralık 1958

Dün akşam Yahya Kemal’in doğrum gecesini… bilmiyorum ne yaptık, belki kutladık, yedik, içtik birbirimizle kavga ettik.

“Bir ömür tükenir gibi gurbette

Ah o suların(…boş bırakılmış)

Ve sanki bir uzak ebediyette

Bizi inkâr eden saatlerimiz.

 

Güzel değil. Şiir de yazamıyorum. Acaba bittim mi?

28 Ocak 1959

Gece. Şiddetli bir nezle. Göğüs ağrısı, bronşit, öksürük…

Şüphesiz ki Valery’ye benzemiyorum. Ne scientifique deham ne psikoljik cruositelerim var. Olsa olsa şüpheci oluşum bazı şeylere merakım ona yakın.

7 Şubat 1959

Sanatkâr, büyük sanatkârla hesaplaşan adamdır.

Yunus(Kazım Koni) bana Beyaz Geceler’den çok bahsetmişti. Fakat okumamıştım. Belki her eserinden daha fazla burada Dostoyevski Shakespeare’le karşı karşıya. Adeta hesaplaşıyor.

22 Şubat 1959

Gece. Her şey bulunabiliyor. Güzel bir mısra ve bitmiş bir manzume. Fakat düşünce bulunmuyor.

Ben neyim? Acaba bir çeşit existentialisme intellectuelle mümkün mü?

2 Şubat 1959

Para meseleleri. Yine darlık. Hiç bitmiyor bu sorun.

Şimdiye kadar yazdığım şiirlerin çoğuna kendim bulunmadığımı kabul etmem lazım. Bir insan, sesinin muayyen inhinaları değildir ne de muayyen kederleri… Şiirlerimde sesler var elimin işi yok.

17 Mart 1959

Cerrahpaşa hastanesi, 14. yatak. 15 gündür buradayım. Hiç çalışamıyorum. Şiirler durdu.

23 Mart 1959

Cigarayı bırakalı 13 gün oldu. Belki onun yokluğunda belki de antibiyotiklerin tesiri bir fikri derinleştirmek bir şeyin üzerinde durabilmek hassasını hemen hemen kaybettim.

24 Mart 1959

Gece ay tutulmasını beklerken müthiş bir mehtap.

Benim çok kusurlarım var ve bunlar biraz da yalnız hayatımdan geliyor. Cigarayı bırakmak ihtiyacı gittikçe derinleşiyor.

6 Nisan 1959

 “Fransa’dan dostumuz Bazin gelmiş. Gittim, gördüm. Bir iki cigara, bir kibrit ve biraz kahve…”

23 Ekim 1959

“Çok cigara içiyorum ve sıhhatim zedeleniyor. Sabahleyin ilk cigaram tabanca gibi midemde.”

4 Aralık 1959

 “Göğsüm fazla sıkıştırıyor. Cigarayı bırakmanın zamanı geldi, geçiyor.”

26 Temmuz 1960

“Cigara devam ediyor. Arkam, göğsüm hep ağrı içinde…” Para meselelerine dikkat.

28 Ekim 1960

Fena adamım gibime geliyor, hodbin ve sevgiden mahrum bir insan. N'olur biraz kendimle meşgul olabilsem. Aslında fena adam değilim; fakat çok hırpalandım, çok sarsıldım, çok ihmal edildim, hor görüldüm. Ve bütün bunlar yavaş yavaş mizacımın tahammuruna, ekşimesine sebep oldu. Yavaş yavaş her konuşulana benim içimden: "Ya ben? Ya benim çektiklerim?" diyen bir ses refakat etmeğe başladı.

16 Haziran 1961

 Peyami ile birkaç defa kokain de çektik. Fakat verdiği başağrısı tahammül edebileceğim gibi bir şey değildi. O tahammül ediyor, az sarhoş oluyordu.

14 Temmuz 1961

Hakikat şu ki vaktinden evvel ihtiyarladım; yorgunluğa ve tedbirsizliğe, sıkıntıya hiç gelemiyorum. Rüzgârlı yaz beni soğuktan koruyor. Cigara! Bir türlü bırakamıyorum.

Ve isyan;

“Evvelisi akşam bütün dişlerimi söktüm, kendi elimle.”

Bu ancak büyük sanatçılarda büyük adamlarda görülebilecek bir durum. Tüm hazlarından, zevke düşkünlüklerinden, bağımlıklarından kurtulma çabası. Büyük iniltiler. Lars von Trier'in Antichrist’ini hatırlattı bana.

24 Ocak 1962'de de “Türkiye beni yedin! “ diye feryat ederek yaşamını yitirdi.

Ve son söz;

Sağcı mıyım, solcu muyum? İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah'a inanıyorum. Fakat tam bir Müslüman mıyım bilmem. Fakat anamın babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum ve Müslüman kalmasını istiyorum.”

İşte beni de burası yedi bitirdi…

Yorum Yazın