Nazan ALPTEKİN

Nazan ALPTEKİN

Mail: nznalptekin@gmail.com

Diderot’un Kırmızı Sabahlığı

Başlığı yazdım ve gülmeye başladım. Dedim ki acaba bu başlığı okuyan okuyucum neler düşünecek? (Bu neler düşünecek konusu da ayrı bir yazı konusu olmalı.)

Diderot’un çok eski bir hikayesi var. Size önce onu anlatmalıyım ki konuya girebileyim: Denis Diderot ünlü bir Fransız filozof. 1765 yılına kadar neredeyse tüm yaşamını yoksulluk içinde yaşamış. Ancak bu yoksulluk 1765 yılında değişmiş.

Diderot 52 yaşındayken kızı evlenmek üzereymiş. Fakat gelin görün ki Diderot maddi sıkıntı içindeymiş ve düğün masraflarını karşılayamaz durumdaymış.

Maddi sıkıntıları olsa da Diderot’un adı o dönemde oldukça iyi biliniyormuş çünkü O kendi zamanın en kapsamlı ansiklopedilerinden biri olan Encyclopédie‘nin kurucu ortağı ve yazarıymış.

Tam bu evlilik hazırlıkları sırasında parasızlık içindeyken, Rusya İmparatoriçesi Büyük Catherine Diderot’un kütüphanesini ondan 1000 GBP karşılığında satın almayı teklif etmiş. Tabii ki bu teklif Diderot’un sorunlarını bir anda ortadan kaldırmış. Çünkü o dönemin parası ile bu oldukça yüklü bir paraymış.

Diderot bu parayla kızını evlendirmiş ve kendisine de küçük bir ödül olarak kırmızı bir sabahlık almış. Ancak işte sorunlar bu noktadan itibaren başlamış…

1769 yılında Diderot, bu kırmızı sabahlığı aldıktan sonra yaşadığı deneyimi bir makalesinde kaleme almış ve sabahlığının hikayesini anlatmış. Onun bu yazısı neredeyse iki yüz elli yıl kadar sonra psikologlar ve pazarlama uzmanları tarafından irdelenmeye başlamış.

Gelelim Diderot’un anlattıklarına?

Öncelikle kırmızı sabahlığı çok güzelmiş ancak o kadar çok güzelmiş ki mevcut olduğu diğer eşyaların arasında güzelliği ile sırıtmaya başlamış. Evin genel havası bozulmuş, her şey onu rahatsız etmeye başlamış.

Bu bütünlük gereksinimi Diderot’ta, tüm eşyalarını iyileştirme arzusunu beraberinde getirmiş. Çok geçmeden, yeni bir duvar halısı, yeni tablolar, yeni baskılar, yeni bir sandalye, gardırop, ayna, yeni bir çalışma masası ve pahalı bir saatle, bütün dairesi tamamıyla değiştirmiş. Böylelikle eşyaları da yeni sabahlığının gösterişine uyumlu hale gelmiş.

Ancak bir daha hiçbir zaman eski sabahlığı ile olduğu kadar mutlu olmamış…

Yazısında eski sabahlığımın mutlak efendisiydim fakat yenisinin kölesi oldum demiş.

1988 yılında Antropolog Grant McCracken, bu bütünlük arzusun ve bu arzunun satın aldığımız şeyleri nasıl şekillendirdiğini tanımlamak için ilk olarak Diderot Etkisi terimini kullandı.

Bence bu etki tüketim sarmalı. Zaman zaman hepimizin yaşadığı neyse ki şu Pandemi sırasında biraz geri çekildiğini düşündüğüm Tüketim Sarmalı.

Genelde bir mağazaya girdiğinizde almak istediğiniz nesnenin etrafı ona uygun kümelenmiş başka eşyalarla doludur. Sanki o gömleği alırsanız mutlaka o kazağı da almanız gerekir hissi uyandırılır. Veya koltuk takımınızı değiştirmeye karar verdiğinizde sehpayı, vitrini ve yemek masası ile sandalyeleri de değiştirmeniz gerekliymiş gibi hissedersiniz. Bunu halı ve duvar boyaları takip eder. Sonra aksesuarlara yönelir ve bambaşka bir eviniz olur.

Aslında tüm bu alacaklarınıza gücünüz yetiyor ve kişiliğinize ve çevrenize uyuyorsa sorun yok. Ama bir yerlerde sırıtıyorsa işte sizi rahatsız etmeler başlamış demektir.

Diderot’un durumuna düşmememiz dileğiyle. Aşk’ınız daim, kötülükler ve telaşlar sizden uzak olsun da işleriniz rast gelsin...

Yorum Yazın