Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Gıda Terörü: Silah Olarak “Yiyecek”

Kissinger, bir gazeteciye "dünya hâkimiyeti" konusundaki görüşünü şöyle özetliyordu; "Petrolü kontrol edersen, ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen, insanları kontrol edersin."

Bu vahim meseleyi Türkiye’de dert edinen ender kişilerden biri olan Kemal Özer de; “GDO, insanlığın ortak mülkü olan tohumun, Yahudi baronların tekeline geçirilme hareketidir” diyor. Burası önemli. Zira birazdan Kemal Özer’in bir yazısından alıntı yapacağım.

“Ölüm Tohumları” adlı kitabı okuyanlar bilir. “Gıda terörü” hiç de öyle yabana atılacak basit bir mesele değildir. Arka planı çok karanlıktır.

1974'de BM, Roma'da büyük bir Gıda Konferansı düzenledi. Roma’da ABD'nin liderliğinde iki ana tema tartışıldı. Bunlardan birincisi, dünya gıda kıtlığı açısından sözde alarm verici derecede artan nüfus miktarıydı.

Nüfus artışıyla alakalı Rockefellerin de kaygıları olduğunu biliyoruz! Malumunuz BM’nin arsası da kendisine aittir.

Diğer taraftan Roosevelt'in Tarım Bakanı Henry Wallace, seçkin araştırmacılarca desteklenen daha fazla mahsul verecek olan "Pioner Hi-Breed"i kurmuştu. Bu adımla ta o zamanlar genetik tohumların temeli atılmış oluyordu.

Uluslararası tohum devlerinden Pioneer Hi-Breed'in Başkanı Paul E. Schickler,2011 yılında “GDO'lu tohum izni için Türk yetkililerle sürekli görüşüyoruz “ demişti.

Dünya nüfusunun azaltılması ve yiyeceğin kontrolü, Rockefeller ve Kissinger'ın ana dış politika stratejisi haline gelmiştir.

Bura nihai hedef, nüfusun azaltılması politikalarıdır. Bu acımasız politikaya karşı dünyada ciddi anlamda bir tepkinin verilmemesi de şaşırtıcı.

Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle bir ayet vardır. “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara-168)

Ayet, tam da günümüzde gizli projelerle gıdanın ana organik yapısını bozmak suretiyle insan nesline zarar veren şeytani yapılara dikkat çekmiyor mu?

Tam da bu noktada Müslüman ülkelerde GDO’lu ürünlere yönelik ciddi bir çalışmanın olması da gerekmez mi? Yani bir ürünü “Bismillah” deyip yediğinizde helal mi oluyor?

Kemal Özer’in Gerçek Hayat Dergisi’nde yazdığı “Suçluları böyle akladılar” yazısı bir vahameti de gözler önüne seriyor.

Yazıdan bir bölüm; “2010 yılında GDO’yu yasakladığı iddiasıyla 5977 Sayılı Biyogüvenlik Kanunu çıkarılmıştı. Yasakları düzenleyen 5. maddeyle, GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi ve Biyogüvenlik Kurulu tarafından belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı ile bebek mamalarına eklenmesi yasaklanıyordu.

Cezai hükümleri düzenleyen 15. Madde ile de kanun hükümlerine aykırı davrananlara 5 yıldan 12 yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası getiriyordu.

Denetim yetkisi, Tarım Bakanlığı’na verilmişti. 2014 yılında piyasa denetimleri sırasında Bakanlık 150’den fazla büyük gıda firmasının ürününde GDO tespit eder, ancak kamuoyundan gizlenir. Bu firmalardan biri de, Türkiye’de bebek maması pazarlayan, dünyanın en büyük mamacılarından birine ait ‘Mi… Ap… Sütlü Tahıl Karışımı’ şeklindeki bebek mamasıdır.

Gıda Hareketi 24 Mayıs 2014’de ulaştığı analiz ve toplama belgelerini kamuoyu ile paylaşınca ortalık karışır.

Gıda Hareketi’nin GDO’lu mama belgelerini yayınlamaya başlamasından sadece 5 gün sonra Biyogüvenlik Yönetmeliği değiştirilir. Ama ne değişiklik…

Kanun ve yönetmelikte olmayan “GDO BULAŞANI” tanımı getirilir.

Yeni değişiklikle ürün içindeki GDO nisbeti binde 9 (yüzde 1) altında olursa, o GDO kasıtla ekleme değil “bulaşan” sayılır. Bu sayede dünya ve Türkiye’deki gıda devleri sütten çıkmış ak kaşığa çevrilir. Suçlar kapatılır. Sadece kapatılmaz, bundan sonra GDO’lu üretimin de önü açılır.”

Ne kadar vahim öyle değil mi? Biz GDO’lu ürünlerle mücadele edilsin derken önü açılıyor.

Oysa Kemal Özer’ e göre; kromozomlarınız, genleriniz, hücreleriniz bozuluyorsa birinci nesilde çok sorun gözükmeyebilir ama sonraki ve bir sonraki nesillerde en temel ve en belirleyici sorun kısırlık yaşanmasıdır.

Bugün evli çiftlerin en az 3'te 1'nin çocuğu olmuyor. 10 yıl sonra 2 evli çiftten birinin çocuğu olmayacak, bu kesin. CIA'in 2030 perspektif raporunda da Türkiye'nin üreme yetilerini kaybedeceği belirtiliyor.

Kısacası bugün köylerde bile kanser vakalarının artması ve tarımın tamamen kimyasal ilaçlarla yapılması ve en önemlisi de “tohum” gibi temel sorunlarla karşı karşıyayız. Oysa neslimizi muhafaza etmek mecburiyetindeyiz.

Bu anlamda neler yapılabilir? Bir sonraki yazıda buradan devam edelim…

Yorum Yazın