Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Harf Devrimi Amacına Ulaştı mı?

Dil, kuşkusuz bir milletin kültürünü, yaşayışını, düşünme biçimini, sanatını, edebiyatını kısacası sahip olduğu tüm değerleri aktaran önemli bir araçtır. Bir başka deyişle dil, tarihi kültürel mirasın kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milleti tarihinden kopartmak, tüm kazanımlarından mahrum etmek, dahası onları anlaşılmaz kılmak ve hafızasını boşaltmak istiyorsanız o milletin diline yönelik birtakım operasyonlar düzenlemeniz yeterli olacaktır. Cumhuriyetle birlikte “Yeni bir ulus yaratma” (çağdaş Türk toplumu) çabalarının bir ürünü olarak ortaya çıkan “Harf İnkılâbı” sanılanın aksine gerçekte ciddi bir dil imhasıdır. 1000 yıllık kültür birikimini okuma ve yorumlama imkânının bir yasayla elimizden alındığı enteresan bir devrimdir bu.

Öyle ki Harf İnkılâbıyla bir millet neredeyse birkaç günde yüzlerce yıllık tarihinden koparılmıştır. Tarık Zafer Tunaya’nın ifadeleri de bunu destekler mahiyettedir. “Harf Devrimini olanaklı kılan ikinci etken her şeye rağmen Osmanlı kitaplarını dolduran hatırı sayılır birikimin büyük ölçüde bir Orta Çağ birikimi olmasaydı. Bu birikimin tarihsel bir değeri şüphesiz vardı ama 20. yüzyıl için geçerliliği hayli sınırlıydı… Atatürk ve arkadaşları yeni harfleri Tarık bin Zeyyad’ın İspanya’yı fethederken gemileri yakması gibi, bir de Osmanlı kitaplarındaki Orta Çağ birikimiyle ilişkileri kopartmak için de istemiş olabilirler.”
Ne var ki bu, bugün Türkiye’de Atatürk’ün bizzat kendisinin yazdığı Nutuk’u bile orijinalinden okuyup anlayanların sayısının yok denecek kadar az olmasına neden olmuştu. Aynı şekilde Osmanlıca kelimelerin manasını anlayamama durumu tüm ders kitaplarında ve okullarda yer alan “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” adlı metin için de geçerlidir. Bugün lise son sınıfta okuyan bir öğrenci, örneğin, bu metinde geçen “Şerait” kelimesini “Şeriat” olarak anlamakta ve bunun üzerinden bir bakış açısı üretebilmektedir. Oysa şerait kelimesi “Şart” kelimesinin çoğulu olan “Şartlar, koşullar” anlamına gelmektedir. Ve Osmanlıcada yer alan Arapça bir kelimedir.


Sevan Nişanyan’ ın bir yazısında yazdığı gibi “Alfabe sonuçta pratik bir iletişim aracı, bir sinyal sistemi, evet. Ama aynı zamanda bir kültür ve medeniyet alanının en temel, en tanımlayıcı öğesi, bir bakıma dinden ve dilden daha derin ortak paydası. Yunan alfabesi 2800 seneden beri Yunanlılığın herhalde tek değişmez unsuru olmuş. İbrani yazısı 2600 senedir değişmemiş, ulusal kimlikle özdeşleşmiş. Latin alfabesi 2400 yıldan beri Roma İmparatorluğu’nun ve onun devamı olan Batı Avrupa medeniyetinin temel direğidir. Arap yazısı da öyle. Çin yazısı, Hint yazısı, Habeş yazısı, Ermeni yazısı keza. Peki, Türklerin çorap değiştirir gibi iki de bir yazı değiştirmesini neye yoracağız? Bunun anlamı nedir?” diye sormaktaydı.
Harf devrimiyle Türkiye’nin batı kültürüne açılacağı, ülkenin muasır medeniyetler seviyesine çıkacağı umuluyordu. Bunun için Zafer Tunaya’nın da ifade ettiği gibi “Osmanlı kitaplarındaki Orta Çağ birikimiyle (!)” ilişkileri koparmak gerekiyordu. Peki, bir ülkenin Batı kültürüne açılabilmesi için harf devrimi yapmasına gerek var mıdır? Soruyu şöyle de sormak mümkün: Örneğin bir şeker fabrikası açmak için illa harf reformu mu yapmak gerekir?
“Latin alfabesi kullanmadıkları halde Türkiye’ye oranla Batı kültürüne daha iyi uyum sağlayabilmiş olan ülkelerden akla gelenler şunlardır: Rusya, Yunanistan, Japonya, İsrail, Güney Kore ve Hong Kong… Bunlardan birkaçının zaten Batı kültürünün bir parçası oldukları, dolayısıyla yazı reformu veya benzeri reformlara zaten gerekleri olmadığı şeklinde muhtemel itiraza katılmak mümkün değildir. Modern çağın başlangıcında bu ülkelerin Batı Avrupa kültürüne olan uzaklığı, Türkiye’ninkinden farklı sayılmaz… Japonya, Batı etkisine Türkiye’den en az 30-40 yıl sonra açılmıştır. Arapça ile aynı yapısal özelliklere sahip bir yazı sistemi kullanan İsrail, kültürel alışveriş anlamında yukarıda sayılan ülkeler arasında günümüzde Batı’ya en yakın olandır.”
Bakıldığında bir ülkenin Batı kültürüne açılabilmesi ya da kendi içinde her bakımdan büyümesi ve gelişmesi için hiç de harf reformu yapmasına gerek yoktur. Çünkü dünyayla bütünleşmek için bir ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik ve evrensel insan hakları bağlamında ne ürettiği önemlidir. Ne var ki harf devrimiyle amaçlanan dünyayla bütünleşmek değildi, bir milletin geçmişle olan bağlarını koparmaktı. Tasavvur ettikleri yeni ulusun aynı şekilde yeni bir dini, dili, kültürü, kimliği ve mezhebi olacaktı. Çünkü gayretler bu minvaldeydi.

Dilde Ayıklama Çalışmaları
Bilindiği gibi 1 Kasım 1928’de Arap alfabesinin yerine Latin harfli alfabeye geçildi. Harf İnkılâbından bir yıl sonra oluşturulan bir heyet, yeni Türkçe sözcükler bulma konusunda hızlı bir çalışmaya girişti. Bununla ilgili olarak Atatürk’ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında üç kurultay düzenlemiştir. Bu kurultaylarda Türkçedeki mevcut Arapça ve Farsça gibi sözcüklerin ayıklanmasından Türkçenin tüm dillerin kökeni olduğuna varıncaya kadar birçok konuda çeşitli kanıtlar ortaya konulmak suretiyle bir yığın çalışmalar yapılmıştır. Bu kanıtlardan en ilginç olanı 3.Dil Kurultayının birinci toplantısında konuşan Afet İnan’ın ortaya attığı tezdir.
Afet İnan konuşmasında “Öz yurdumuz Anadolu’nun ilk kültürünü kuran cetlerimiz Etiler de Güneş’i temsil ettiler. TTK’nin Alaca Höyük’te yaptığı hafriyatta bulunmuş olan muhtelif Güneş kursları bu hakikatin inkâr edilmez vesikalarıdır. Bu Güneş şekilleri, Türk fikir ve sanat sembolü olarak tarihte yerini alacaktır” der.
Şüphesiz bu ifadeler meşhur “Güneş-Dil Teorisi” etrafında şekillenen ve Türkçenin en eski dillerden biri olduğunu ispatlamaya çalışan görüşlerden oluşmaktaydı. Buna göre Amerika ismi dahil birçok kelime Türkçeden türemişti.
Hatta Amerika’nın ilk Avrupalı istilasına uğradığı devirlerde, Peru’da Avrupalılara karşı koyarak can veren ve Güneş’e tapan ilk yerli hükümdarın adı olan “Atahualpa” aslında “Ata Alp”ti vs. Öyle ki, bir zaman sonra Türkiye’de sırf bu tezleri ispat maiyetinde Eti Bank ve Sümer Bank gibi bankalar kuruldu. Biraz da trajikomik denilebilecek bu çalışmalar ve düzenlemelerin altında yatan en önemli neden şüphesiz diliyle, inanışıyla ve yaşam biçimiyle yeni bir ulus yaratma çabalarıydı.


 Öz Türkçe sözcükler
1934’te toplanan II. Dil Kurultayı’nda ise bundan böyle sunulacak tebliğlerin “Öz Türkçe” olması konusunda bir karar alındı. İlk öz Türkçe sözcükleri de Atatürk bizzat türetmeye çalıştı. Atatürk 3 Ekim 1934’te İsveç Veliahtı Gustav Adolf onuruna verilen yemekte yaptığı şu konuşma tamamıyla Türkçe köklerden yeni bir dil yaratılabileceğini kanıtlama çabası gibiydi:
 “Bu gece yüce konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken, duyduğum tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını bulacaksınız. İsveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, önü, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak daha başka bir alanda da onlar erdemlerini, o denli yaltırıklı yöntemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir. Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar; baysal utkusu…”
Öz Türkçe kelimelerle dilimizin zenginleşeceği ve daha uygar bir ülke olacağımız hesapları yapılıyordu. Yeni kelimelerin tek partinin (CHP) programında da yer ettiği görülmektedir. CHP’nin 1935 programı, dil devriminin amacını “Türk dilinin ulusal, tükel bir dil haline gelmesi” olarak tanımlanmaktadır. İkinci amaca anlam vermek güçtür çünkü devrim öncesi Türkçenin ne kadar mükemmel ve kıvrak bir ifade aracı olabileceğini program yazarının bilmemesine ihtimal verilmez.


Harf Devrimi amacına ulaştı mı?
Harf Devrimi kuşkusuz cumhuriyet döneminin en kısa yoldan -istedikleri yönde- amacına ulaşan devrimlerinden biridir. Bugün ilköğretim ve ortaöğretim okullarında okutulan İnkılâp Tarihi ders kitaplarında Harf Devrimiyle ilgili olarak başta Arap harflerinin okunup yazılmasındaki sıkıntılardan bahsedilir sonrasında Latin harflerinin kolay okunup yazılabilir olduğu vurgulanır.
Ayrıca bazı kesimler Harf Devriminden sonra dilimizin zenginleştiğinden bahsederler. Oysa konuyla ilgili olarak sözlüklere bakıldığında durum hiç de öyle gözükmemektedir. “Örneğin Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğü yaklaşık 60.000 madde başlığı içermektedir. Buna karşılık Ali Püsküllüoğlu’nun Öz Türkçe Sözlüğü’nün 1975’te yapılan dördüncü (Türk Dil Kurumu’nun hizmetlerine son verilmesinden önceki son) baskısının içerdiği kelime sayısı 4.600’dür.”
Harf Devriminde de birinci amaç zaten Batılılaşmak değildi Eski yazıyı yasaklayarak Türkiye’nin geçmişiyle, medeniyetiyle, tarihiyle ve kültürüyle bağlarını koparmaktır.”
Erdoğan’ın ifadesiyle; “Dil devrimi adı altında damarlarımız kesildi. Türkçemiz, tatsız, tuzsuz, ruhsuz kelimelerin tasallutu altına sokularak kadim medeniyet ile arasındaki bağ kopartılmaya çalışılmıştır.”

Yorum Yazın