Bekir BAŞYURT

Bekir BAŞYURT

Mail: bekirbasyurt@hotmail.com

İnsanlık Tarihinin En Eski Kurumu Kölelik

İnsanlık tarihi boyunca çok büyük medeniyetler gelmiş ve bu medeniyetler. Günümüze kadar ulaşmış, büyük maddi eserler inşa etmişlerdir. Bu eserlerin her biri dev inşa projeleri olmuştur. Doğuda Çin seddinden, batıda Mısır piramitlerine. Bu insanlık medeniyeti eserleri, şimdiki makine teknolojisinden önce. Hep insan emeği kas gücü ile yapılmıştır.

 

Savaşlar. İnsanlık tarihinin en önemli gerçeğidir. İnsanlık tarihi, maalesef. Savaşlar ile anıla, anıla anlatılır. İki egemen hükümdar. Kendi egemen alanını genişletmek için büyük ordular ile savaş meydanlarında karşı karşıya gelirler ve orduların çarpışması sonucunda genellikle, kaybeden ordunun yarısı savaş meydanından kaçmış, dörtte biri ölmüş ve dörtte biri de esir alınmıştır.

 

İnsanlık savaş hukukuna göre. Kazanan için savaş meydanında ele geçirilen her şey ganimettir ve savaş meydanında yağma yapılır. Canlı, cansız her şey kazanan savaşçılarca yağmalanır.

 

İşte, bu savaş meydanında esir alınan her erkek artık birer "köle"dir. Zincirlenir ve statüsüne göre ona bir rayiç değer biçilir. Bu değeri yakınları tarafından ödenen asiller, serbest bırakılır. Bu değeri ödenemeyen esirler ise, kazanan savaşçı, ganimet sahibi, efendisi tarafından köle pazarında satılır. O insanın artık hayat statüsü köledir.

 

Bu iş sonuçta bir ticari faaliyet idi. Bu işi yapan "köle tüccarları" zamanla, artık savaşların sonuçları ile yetinmeyerek. Kendilerine daha yeni ve ucuz mal temin edecekleri coğrafyalara yöneldiler.

 

Köle tüccarları için en ucuz hatta bedava mal temin kaynağı, gelişmiş silahları keşfedememiş ve kendini koruyamamış Afrika kabileleri oldu. Kuzeyi, Büyük Sahra Çölüne kadar Roma tarafından işgal edilmiş olan Afrika’nın, bu çölünün altı olan. Sahra altı Afrika’dan da ciddi oranda, bu köle tüccarları tarafından esir edilen köleler getiriliyordu.

 

Bir köle tüccarı, Pers diyarındaki köle pazarında on iki binden fazla siyah köle satmakla övünüyordu.

 

Abbasiler, Orta Asya'nın Türk kabilelerinden de köle alıyordu. Bu, Türk köleler bozkır bölgelerinden, daha uygar, daha maddiyatın olduğu bölgelere satılıyordu. Abbasiler Türkleri köle olarak alıyordu. Fakat, özel bir eğitimden geçirilerek Abbasi ordusuna kazandırılıyordu.

Abbasi halifesi Mutasım, Türklere özel bir önem vermiştir. Halife Türklerden oluşan büyük bir profesyonel bir ordu kurmuştu.

 

Bu, köle asker Türkler arasından büyük komutanlar çıkmıştır. Köle asker Türkler, Abbasiler de etkin bir konuma yükselmiştir.

Bu Türkler daha sonraki dönemlerde halifeleri istedikleri gibi değiştirebilmiştir. Asker köleler Türk tarihinde devlet bile kurmuştur.

Memlükler- hanedan olmadan- kölelerin kurduğu bir devlettir. "Memlük" efendisinin buyruğu altındaki köle demektir.

 

Roma İmparatorluğu’nun her yıl, 250,000 (iki yüz elli bin) ila 400,000(dört yüz bin) yeni köleye ihtiyacı vardı. Ama İslam coğrafyasındaki köle sayısı Roma’dakinden her zaman daha fazlaydı. Yani Abbasiler’de her yıl mevcut kölelere ek olarak, 250-400,000 arası yeni köle ediniyor idi. Köle tüccarlarının işleri bayağı yoğun idi.

Müslüman dünyada ve Roma’da da köleler her yerde vardı. Köle talebi sınırsız ve savaşların sonucunu bekleyemeyecek kadar arz yetersizdi ve köle tüccarları Afrika’nın insanını köleleştirerek. Roma, İslam ve Doğu ve sonrasında da Amerika coğrafyasına sattı.

 

Kölelik insanlık tarihi kadar eski, aslında insanlık tarihinin en eski ve bilimsel incelendiğin de de en verimli kurumudur. Mantık olarak, kölelik kurumu bulunmasa da bu savaşlarda esir alınan 4te 1 tutsağın da, kılıçtan geçirilip katledilmesi vahşeti ile çözüm gerçeği ortaya çıkıyor.

 

20. yüzyılı dışarıda tutar isek, tüm insanlık tarihi boyunca kölelik devam etmiştir, kölelik. Şu anki bakış açınızın dışına çıkar iseniz son yüzyıl hariç insanlık için, çok doğal görülen, kabul gören, herkesin memnun olduğu ve verim aldığı bir kurumdur.

 

Kölelik, hemen hemen bütün toplumlarda, bütün coğrafyalarda varlık göstermiştir.

Köleliğin başlangıç tarihini tespit etmek çok zordur. Köleliği kurumsallaştıran en büyük medeniyet, Roma İmparatorluğu'dur. Kölelik denilince ilk akla gelen devlette Roma İmparatorluğudur. Roma İmparatorluğu'nda her yüksek mevki sahibi kişiler, göz alıcı va güçlü köleler temin ediyordu.

 

Aynı durum, İslam diyarında, zengin Müslümanlar arasında da yaygındı. Aynı yaşta, aynı boyda, aynı kiloda göze hitap eden köleler. Bu köleler sahipleri için, birer toplumsal statü imgesi oluyorlar idi.

 

Kadın kölelerin yatak arkadaşı olması Roma’da da, İslam coğrafyasında da çok yaygın bir uygulamaydı. Kadın köleye İslam coğrafyasında "cariye" deniyordu.

 

Yüzyıllarca oluşmuş ve yaşamış olan kölelik kurumunun da bir hukuki kuralları mevcut idi.

Köle, bir mal gibi değeri olan, satılabilir bir ekonomik değer idi. Aslında, insanlık tarihinin en büyük ekonomik değeri idi, kölelik.

 

İslam hukukuna göre savaş meydanına gelen, hasmına kılıç çeken karşılığı cana can, kana kan olan büyük mücadele, yani savaş sonucu; savaşı kaybeden ve savaş alanında ganimet olarak ele geçirilen düşman her erkek "köle" ve yine bu savaş meydanında ele geçirilen her kadın da "cariye" dir.

 

Ama, bu kadın köle "cariye" tanımı fantastik bir cinsel obje haline dönüşse de, İslam hukukuna göre. Cari olan, artık önceki hayatı olmayan, bu hayatını tıpkı erkek köle gibi hür iradesi ile geldiği "savaş meydanı"nda yenilerek kayıp etmiş ve artık cari açık'tır. Önceki tüm insanlık, evlilik hakları geride kalmıştır sahibi de savaşta kendi canı ile bedel ödemiş ve bu ganimeti hak etmiştir..

 

Ama kadın ve evlilik, cinsel birleşme İslam’da kuralları belli ve korunmuştur. İslam’da nikah akdi olmadan hiçbir erkek bir kadınla beraber olamaz. Cariyenin bir seçim hakkı yoktur ve erkekten Mehir talep edemez, boşanma hakkı yoktur. Bu kaideler hariç, tüm hukuk diğer nikah akitleri ile aynıdır. Doğacak çocukları içinde, diğer hür kadınların çocukları gibi birebir miras hakkı vardır. İslam, erkeği aynı anda ister hür ve ister cariye olsun toplamda dört kadından fazla nikah yapamaz bu kadın da diğer hür kadınlar gibi onun eşidir.

 

11. yüzyıldan kalma, “Kabusname” adlı Farsça eserde kölenin nasıl seçileceğine dair ayrıntılı bilgiler veriyor. Köle seçmek, ticari felsefenin bir dalıdır, diyor. Cildin sarılığına, kötü nefes kokusu, sağırlık var mı, dişleri nasıl  vb..  hususlara dikkat edilmesi gerekir diyor..

 

İspanya'daki Endülüs Emevî devletinin Kurtuba Sarayı'nda bile, hizmet veren on üç binden fazla Slav, beyaz köle vardı. Köle pazarlarındaki en değerli, para eden, köleler beyaz Slav ırkından köleler idi. En değersiz köleler ise Habeşli kara kara köleler idi yani insanında, kalite, kalite bir mali değeri var, idi.

 

Kölelik, şu anki bakış açısından soyutlanır iseniz kölenin kendi şahsi kabullenmesi de dahil olmak üzere köle için bile, bir sosyal statü idi insanlık için binlerce yıl süren sosyal ve mali değer idi, kölelik.

 

Hatta, Peygamber efendimiz bile yaşadığı zamanın insani değerlerine, yaşadığı zamana istinaden gelecekteki ümmetine tavsiye emri eder iken, sahabesine şöyle cümle kurmuştur;

“-Başınızda, Habeşli kara bir adam bile Emir olsa ardından sapmayınız!”  Neden? En taban ölçü bu çünkü… Zamanın en değersiz, para etmeyen, ucuz köleleri Habeşistan'dan getirilip de köle pazarında satılan kara kara adamlar o, zaman ki toplum için en değersiz! Ki bu değersizi, Peygamber ümmetine halife yapıp da, bu nasihati ile bu değersizi taçlandırıyor.

 

Sonuç olarak etrafımızda gördüğümüz, tüm insanlığın mimari devasa yapılarını, maalesef bugünkü gibi, müteahhitler yapmamış. Tüm bu değerlerde, camilerde, saraylarda, yollarda, çeşmelerde, şehir surlarında, Çin seddinde, Mısır piramitlerinde, Paris metrosun da tarihin en büyük ve en verim alınan kurumu olan, kölelerin 'karşılıksız' emeği var.

 

Belki, bu yazının sonunda, çoğunuz sabah gün ağarmadan, kendi yaşam "getto"larından, küme küme büyük kalabalıklar olarak "işe" giden insanlara bakıp da, aslında bu son yüzyılda da, galiba pek bir şey değişmemiş sonucuna ulaşabilir… Selametle...

Yorum Yazın