Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

Kasım Süleymani

İran’ın önemli ismi General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından uluslararası bir cinayetle öldürülmesinin bölgemizde değerlendirilmesi ve öngörülmesi gereken birçok sebep ve neticeleri vardır.

Bu cinayet, önümüzdeki zamanlarda başka gelişmelere de gebedir.

Ayrıca bu cinayetin, İslam dünyasında ve Türkiye’deki yankılarının, verilen tepki ve reflexlerin siyasi, sosyal ve psikolojik tahlillerinin çok iyi yapılması lazım.

Bugüne kadar ABD karşıtlığının zirve yaptığı İslam dünyasında, yine ABD tarafından uluslararası hukuk çiğnenerek işlenen bir cinayet, Müslüman halklar nezdinde neden bu kadar ya sessizlikle ya da sevinçle karşılanmıştır?

Bunun herkes tarafından ama en başta da kendisine İslam Cumhuriyeti diyen İran Devleti tarafından ele alınarak, değerlendirilmesi şarttır.

Bunu, sadece mezhepçilik ile izah etmek de mümkün değildir!

Bir defa bu bir cinayettir ve hukuka aykırıdır.

Katledilen kişinin kimliği sonra sorgulanmalıdır.

Ayrıca bu katletme işini sizin içinde bulunduğunuz bir ülke, zihniyet veya politik güç yapmadı.

Sevinenler için söylüyorum

Katil olduğu söylenen kişi (Ki bende bu düşüncedeyim) daha büyük bir katil tarafından öldürülmüşse, üstelik bu sizin coğrafyanız hatta yüz sene önceki hudutlarınız dâhilindeki topraklarınızda gerçekleşmişse, buna sevinilmesini şaşkınlıkla karşılıyorum.

Olabilir.

Maktul büyük bir katil de olabilir.

Ama onu kim öldürüyor?

Irak’ta bir milyondan fazla Müslümanı öldüren, yani maktulden daha büyük bir emperyalist katliam devleti öldürmüşse ve bu çok vahşi biçimde yapılmışsa, buna sevinilmesini doğru bulmuyorum.

Çünkü aynı emperyalist katil daha önce Saddam Hüseyin'i, Kaddafi’yi öldürürken de benzer hataları yaptık.

İran da Saddam’ın öldürülmesine seviniyordu!

Peki, Saddam ve Kaddafi katledildiğinde, bu ülkelere emperyalist ülkelerce müdahale geldiğinde neticenin ne olduğunu görmedik mi?

Suriye karıştığında da sevinildi. Peki, sonuç ne oldu?

Daha mı iyi oldu Suriye bugünkü hali ile?

İran’ın ne kadar güvenilmez ve takiyyeci bir devlet olduğunu kabul etmekle beraber, İran’ın da tıpkı Libya ve Suriye gibi, emperyalist müdahalelerle parçalanmasına, orada ki enerji kaynakları 1979 öncesi gibi yine Batılılarca Irak'taki gibi yağmalandığında üç parça bir İran oluştuğunda daha iyi olacağını mı zannediyoruz?

İran’ın batısı tıpkı Suriye’nin kuzeyi gibi, Kürt kardeşlerimizden müteşekkildir.

Yine İran’ın kuzeyi tıpkı Azerbaycan gibi bir Türk çoğunluğundan geri kalanı da Acem halkından müteşekkildir.

Bu ülkeyi Kürt, Türk ve Acem olarak parçalarlarsa (Ki uzun vadede Batının hedefi budur) bu durum Türkiye’mizin lehine midir yoksa aleyhine midir?

İranlı Mültecilerin doğu hudutlarımıza yığılması ve bir güvenlikli bölge ve ile daha mı karşılaşacağız?

Evet, İran bilhassa Suriye’de hem de bugün katledilen Kasım Süleymani komutasında büyük katliamlara imza atmıştır!

Bir kaç cümle de İran yöneticilerine?

Bakın Kasım Süleymani’nin öldürülmesine hem de ABD tarafından vahşice katledilmesine, İslam Dünyasından bilhassa Türkiye Müslümanlarından en ufak bir tepki veya üzüntü yok!

Bunu iyi değerlendirmeleri gerekir!

İran keşke adındaki gibi "İslam Cumhuriyeti" olmayı becerebilseydi?

Tüm İslam dünyasına model bir İslam devleti emsali teşkil edebilseydi?

Bunu yapamadı İran devleti!

İsminden başka İslam’ı hiç bir yerde kabul ettiremedi?

Anayasasında ki gibi "İsna-i Aşeriyye" olarak kaldı.

Mazlumun dini sorulmaz ya?

İran bu coğrafyada bırakın mazlumun dinini, mezhebini dahi sordu sorguladı?

Eğer mazlum gördüğü kişi kendi mezhebinden ise ona sahip çıktı.

Hatta sahip ne ki uluslararası hukuka, İslami teamüllere aykırı da olsa silah ve para desteği verdi.

Zalim olsa da verdi bu desteği mazlum olsa da… Yeter ki kendi mezhebinden olsun.

Hâlbuki bilhassa Türkiye Müslümanları, antiemperyalist bir devrim olarak gördükleri İran’a hep sempati ile bakmışlardı.

1982’de Hama ve Humus katliamlarında Baba Esad (Hafız)’a destek olduklarında bile, o esnada Irak ile savaşta oldukları gerekçesi ile mazur görüp sessiz kalmışlardı.

Ama 2011’den beri Suriye’de salt mezhepçi bir bakış açısı ile yüzbinlerce sivil halkın katledilmesine (Hem de sahada bizzat yer alarak) verdikleri destek sebebi ile tüm Dünya Müslümanlarının gözünden düştüler!

Bakın size 1992’de Lübnan Hizbullah’ının liderlerinden Abbas Musavi’nin, İsrail tarafından öldürülmesinden sonra İstanbul’da başta Beyazıt olmak üzere, toplu gösterileri ABD ve İsrail karşıtı nümayişleri hatırlatmak isterim.

Okuyun Şubat 1992’deki gazeteleri İnternetten.

Türkiye Müslümanları Abbas Musavi’nin gıyabında cenaze namazı kılmış ve büyük bir gösteri yapmışlardı.

Bu gösteri aynı zaman da ABD ve İsrail karşıtı bir gösteriye dönüşmüştü.

Ama İran bunun da kıymetini bilemedi.

Mezhepçi tavırları ve haklı haksız herkesi mezheplerine göre tasnif edip ona göre muamele etmesi, bu hassas kitle tarafından İran’a artık farklı bir gözle bakılmasına sebep olmuştur. Ben öğrencilik yıllarımdan beri İstanbul Üniversitesi önünde, Beyazıt Camii çıkışında gösteri yapan İslamcı kitleyi iyi tanıdığıma inanıyorum.

Şu an aynı şekilde Kasım Süleymani’nin cenazesini gıyabında kılacaklarına (Bir tanesinin bile) inanmıyorum.

Belki Caferi azınlık vatandaşlarımız müdavim oldukları camilerde kılarlar.

Ama Beyazıt’ta veya benzeri bir Selatin camiinde (Fatih, Sultanahmet vs. ) bırakın gıyabında cenaze kılınmasını maalesef “İyi oldu bir Müslüman katili öldü bize ne?” diyorlar!

Benim böyle dememem ve ABD’yi uluslararası hukuka aykırı işlediği bu cinayet sebebi ile kınamam neyi değiştirecek ki?

İran, tüm dünya Müslümanlarını özellikle Türkiye’de 1979’dan 2011’e kadar kendisini desteklemiş Türkiyeli bilhassa Sünni orjinli mütedeyyin Müslümanları bu hale nasıl getirdi?

İran neden artık Türkiyeli mütedeyyin kitle tarafından güvenilmez ve sinsi bulunuyor?

Bunun bir öz eleştirisini yapmalıdır kendileri.

İran artık “İsnay-i Aşere” değil bir “İslam Cumhuriyeti” gibi davranmalıdır.

Haklının yanında olmalı ve mazluma dinini, mezhebini sormamalıdır.

O zaman tekrar bilhassa Türkiye’de kaybettiği saygınlığı kazanır.

Bakın her türlü tepkiyi göze alarak, kendisi çok koyu Sünni dindar bir Müslüman olduğu halde Sayın Cumhurbaşkanımız hep şöyle hitap etmektedir İslam dünyasına…

“Benim dinim Sünnilik dini değil, benim dinim Şii’lik dini de değil. Ben sadece Müslümanım dinim İslam, Kitabım Kuran” demektedir.

İran da Sayın Cumhurbaşkanımızın bu üslubunu kullanmalı ve tüm İslam dünyasını kucaklamalıdır…

Yorum Yazın