Bekir BAŞYURT

Bekir BAŞYURT

Mail: bekirbasyurt@hotmail.com

Ortadoğu’da 73 yıldır Bitmeyen Arap İsrail Savaşları

14 Mayıs 1948'de İsrail devleti kuruldu ve bir gün sonra Mısır, Suriye, Irak ve Ürdün. İsrail’e savaş ilan etti. 73 yıl önce İsrail ile Arap komşuları arasında başlayan birinci savaş ve 1967'de sadece altı gün süren ikinci savaş ve 1973 savaşına rağmen bu savaşların etkileri bugüne kadar sürdü.

 

1948 yılının 15 Mayısında Arap komşuları yeni kurulan İsrail devletini yok etmek için bir harekât başlattılar, ama yenildiler. Mısır ordusu yenildi fakat "Felluce Cebi" diye anılan bölgede kuşatılan Mısır birlikleri teslim olmayı reddetti. Bir grup genç Mısırlı subay ve İsrailli subay bu kilitlenmeye son vermek için görüşmeler yaptılar. Bunlar arasında daha 26 yaşında İsrail'in güney cephesi harekâtının başına getirilmiş olan İzak Rabin ve 30 yaşında bir Mısırlı binbaşı olan Cemal Abdül Nasır da vardı.

 

Nazilerin Avrupa'da Yahudileri katletmesinden sadece bir kaç yıl sonra, Yahudilerin "kutsal topraklarda" bir devlet kurma rüyası gerçek olmuştu. Ama diğer tarafta ise Filistinliler 1948'i "El Nakba" yani "Felaket" diye anar. Çünkü İsrail'in kuruluşu ile 750 bin Filistinli, topraklarından, evlerinden kaçmak zorunda bırakıldı ya da sürüldü ve bir daha geri gelmelerine asla izin verilmedi.  Araplar için ise daha yeni kurulmuş İsrail devleti karşısında alınan bu yenilgi yıllarca, bugünlere kadar gelen çalkantıları sürecek siyasi bir deprem yarattı.

 

Suriye'de sürekli darbe oluyordu ve savaştan dört yıl sonra 1952'de Cemal Abdül Nasır'ın başında olduğu bir grup genç subay da Mısır'da Kral Faruk'u devirerek yönetime el koydu. 1956'da Nasır, Mısır Cumhurbaşkanı oldu. Aynı yıl Süveyş krizinde İngiltere Fransa ve İsrail'e meydan okuyarak Arap dünyasının ulusal kahramanı haline geldi. İsrail'de ise İzak Rabin orduda kaldı ve 1967 yılında genelkurmay başkanı oldu.

 

Araplar yenilginin acısını atlatamıyordu, İsrail ise komşularının onu yok etmek için birleştiğini hiç unutmadı. İki taraf da yeni bir savaşın er ya da geç kaçınılmaz olduğunu biliyor. Savaşan bu komşularının birbirinden nefret etmek ve karşılıklı kuşkulanmak için bol bol sebepleri vardı. Fakat 1950'ler ve 60'ların Soğuk Savaş ortamı bu nefret ve kuşkuları iyice besledi. Sovyetler Birliği Mısır'ı modern bir hava gücüyle donattı. İsrail ABD ile yakınlaşmış fakat henüz ABD'den en büyük askeri yardımı alan ülke olmamıştı. 1960'larda İsrail Fransa'dan savaş uçağı ve İngiltere'den tank da aldı.1948'den sonra İsrail, "kendisini istemeyen komşular" arasında yaşamanın dezavantajına karşı savunmasını güçlendirmek için müthiş bir çaba gösterdi.

 

Ayrıca dışardan 1 milyonu aşkın Yahudi göçmen çekti ve askerlik hizmeti yapacak vatandaşlarının sayısını iyice artırdı.

İsrail büyük bir hızla esnek ve ölümcül bir askeri güç inşa etmiş ve 1967'de kendi nükleer silahını üretmeye de epey yaklaşmıştı.

İzak Rabin 1967'de İsrail Genel Kurmay Başkanlığı'na getirildi. İzak Rabin İsrail'in silahlı kuvvetlerinin gücüne güveniyordu.

 

Mısır ve müttefiki Suriye'nin silahlı kuvvetleri ise hem daha az eğitimli hem de 1956 Süveyş krizinde elde edilen politik zaferden önce İsrail karşısında alınan ağır askeri yenilgiyi çoktan unutmuştu. Ama, Nasır Arap dünyasını birleştirecek bir ulusal hareket oluşturmaya ve bu sayede İsrail'den öç almaya odaklanmıştı. Mısır genel kurmay başkanlığına yakın müttefiki Mareşal Abdül Hekim Emir'i getirdi.

 

Genel Kurmay Başkanı Emir'in en önemli ilk görevi, subayları kontrol altında tutmak ve darbe girişimlerini engellemek yoluyla ordunun Nasır yönetimine sadakatini sağlamaktı. Bunu da iyi yapıyordu. Mısır ordusunun savaştaki gücü bu öncelik sıralamasında en önde değildi.1967'ye gelindiğinde Mısır, bir anlamda kendi Vietnam'ı haline gelen Yemen'deki savaşın içine batmıştı ve iyi savaşmıyordu. Fakat Nasır iç politik kaygılar yüzünden genelkurmay başkanlığına Emir'den daha iyi bir subayı da getiremiyordu.

Suriye ordusu da aynı derecede iç politikaya odaklanmıştı ve Mısır gibi silah ve eğitim konusunda Sovyetler Birliği'ne bağımlıydı. Suriye’de darbeler birbirini izledikçe ordu komutası da değişiyordu. Araplar bol bol birlik, sosyalizm ve ulusal değerlerden söz ediyorlardı ama gerçek hayatta paramparçaydılar. Suriye ve Mısır liderlikleri diken üstünde Ürdün ve Suudi Arabistan kraliyet aileleri tarafından planlandığı iddia edilen darbe girişimlerinin kaygısıyla yaşıyorlardı. Krallıklar ise Suriye ve Mısır'daki popüler askeri yönetimlerin ülkelerinde de rejimi devirecek devrimlere ilham vermesinden kaygılıydı.

 

Ürdün Kralı Hüseyin, İngiltere ve ABD'nin yakın müttefikiydi. Ürdün 1948'deki savaştan bir şekilde kazanmış olarak çıkan tek Arap ülkesiydi. Kral Hüseyin'in dedesi Kral Abdullah'ın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin'deki Yahudi oluşumu ile gizli teması vardı. İngilizlerin planlandığı şekilde 1948'de bölgeden çekilmesi ardından Filistin topraklarını nasıl paylaşacaklarını konuşmuşlardı.1951'de bir Filistinli, Ürdün Kralı Abdullah’ı Kudüs'teki Mescid-i Aksa'da öldürdü. Gözlerinin önünde dedesi öldürülen 15 yaşındaki Prens Hüseyin ertesi gün silah taşımaya başladı. Bir yıl sonra da Ürdün Kralı olacaktı.

 

1948 savaşından sonra Ürdün ve İsrail çıkarları doğrultusunda yakınlaştı yakınlaşmasına, ama bu yakınlaşma barış yapacak kadar değil. Hüseyin'in krallığı döneminde de Ürdün ile İsrail arasındaki gizli görüşmeler devam etti. Kral Hüseyin topraklarının çoğu çöl olan ve yerinden yurdundan olmuş büyük bir Filistin nüfusunu barındıran Ürdün'ün durumunun ne kadar hassas olduğunun farkındaydı.

 

1967 savaşı Araplarla İsrail arasında, 1948'den beri yıllarca tırmanan gerginlikler ve sınır çatışmaları ardından patlak verdi. Mısır ve İsrail arasındaki sınır görece daha sakindi. En büyük gerginlik İsrail'in kuzeyde Suriye ile sınırındaydı. Bu sınırda sürekli toprak anlaşmazlığı ve Suriye'nin Şeria (Ürdün) nehrinin yatağını değiştirerek İsrail'in su şebekesine girmesini engelleme çabalarından dolayı sık sık çatışma yaşanıyordu. Suriye ayrıca İsrail'e akınlar düzenleyen Filistinli gerillaları barındırıyordu.

 

Batılı güçler 1967'deki savaştan önce bu çatışmanın hangi tarafının daha güçlü olduğu konusunda hiç bir tereddüt taşımıyordu. ABD Genel Kurmay Başkanı o sıralarda; "Önümüzdeki beş yıl içinde hiçbir Arap ittifakı askeri olarak İsrail ile başedemez" demişti.

1967 yılında İsrail ordusu hakkında hazırladığı raporda İngiltere'nin Tel Aviv'deki savunma ateşesi, "komuta, eğitim, teçhizat ve güç bakımından İsrail ordusu savaşa her zamankinden daha hazır. İyi eğitilmiş, dayanıklı ve kendine güvenli İsrail askeri güçlü bir savaş azmine sahip ve ülkesini savunmak için seve seve savaşa gider" diyordu.

 

Sınırdaki çatışmalar gerginliği iyice kızıştırdı. Filistinli gerillalar sınırı aşınca İsrail onları "terörist" ilan etti ve en sert şekilde misilleme yapılması kararını aldı.1966 yılının Kasım ayında, İsrail bir mayın saldırısına misilleme olarak Ürdün işgali altında olan Filistin toprağı Batı Şeria'ya yönelik bir harekat başlattı ve Samua adlı köyü hedef aldı. İsrail’in bu harekatı Batı Şeria'daki Filistinliler arasında büyük tepki yarattı. Kral Hüseyin dehşet içinde kalmıştı. Amerikan haber alma örgütü CIA'ye İsrail ile üç yıldır gizli görüşmeler yürüttüğünü, İsrail'de temasta olduğu yetkililerin kendisine daha o sabah herhangi bir misilleme olmayacağına dair güvence verdiklerini anlattı. Amerikalılar ona hak verdiklerini söylediler ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Samua baskınını kınayan karar tasarısını desteklediler.

 

Kral Hüseyin bu baskın sonrası Batı Şeria'da sıkıyönetim ilan etti. Tahtının tehlikede olduğuna ve öfkeli Filistinlilerin kendisini devirebileceğine iyice ikna olmuştu. Ordu içindeki Nasır sempatizanı subayların darbe girişiminde bulunmasından ve İsrail'in de bunu bahane ederek Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü ilhak etmesinden korkuyordu. Kral Hüseyin, Orta Doğu'nun Haşimi soyundan krallarından, kuzeni ve dostu Irak Kralı Faysal'ın akıbetine uğramak istemiyordu. Faysal, 1958 yılında düzenlenen askeri darbe sırasında sarayının bahçesinde vurularak öldürülmüştü.

 

Savaşa giden tırmanış İsrail-Suriye sınırındaki sorunların alevlenmesiyle devam etti. Amerikalılar Ürdün'ün Filistin akınlarını durdurmak için elinden geleni yaptığına inanıyordu ama Suriyeliler konusunda aynı düşünmüyorlardı. Suriye, Filistinli gerillaları destekliyordu ve İsrail de tartışmalı sınırdaki toprak taleplerinde sert bir şekilde ısrar ediyor ve askersizleştirilmiş toprakları, zırhlı traktörler kullanarak tarıma açıyordu. Gerginlik 7 Nisan 1967'de doruk noktasına ulaştı ve İsrail ile Suriye arasında tam bir hava ve topçu savaşı yaşandı. İsrail Suriyelileri püskürttü.

 

Ertesi sabah İngiliz diplomatların tanıklıklarına göre Kudüs'deki genç Filistinliler İsrail'in başarısı ve Arapların çaresizliğinin şaşkınlığı içindeydiler ve "Mısır nerede?" diye soruyorlardı. Nasır üzerinde sözlerine uygun eyleme geçme baskısı giderek artıyordu.

İsrail ise ulusal bir kutlama havasına girmişti. Fakat bazı tecrübeli devlet adamı ve askerler kaygılıydı. İsrail Parlamentosu Knesset'in koridorlarından birinde eski Genelkurmay Başkanı Moşe Dayan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve o sırada Rabin'in baş yardımcısı konumundaki General Ezer Weizmann ile karşılaştığında ona "Delirdiniz mi siz? Ülkeyi savaşa götürüyorsunuz" dedi. Moşe Dayan süratli bir saldırıdan yanaydı.Suriye ve desteklediği Filistinli gerillalar saldırılarını iyice artırırken, İsrail de her olaya aşırı tepki vererek durumu tırmandırdı.

 

Bir ajans haberinde "üst düzey bir İsrailli yetkili" ye atıfla "Suriyeli teröristler İsrail içlerine yönelik sabotaj akınlarını sürdürürlerse, İsrail de Şam rejimini devirmek için sınırlı askeri harekâta başvurur" dediği belirtiliyordu. Bahsedilen üst düzey yetkili İsrail askeri istihbaratının başı Tuğgeneral Aharon Yariv idi. Ama Yariv Şam rejiminin devrilmesinden sadece bir dizi uç ihtimalden biri olarak söz etmişti. Fakat ajansın haberi gerek Suriye gerek İsrail basınında gayet ciddiye alındı. Sovyetler Birliği'nin bir müdahalesi her şeyi değiştirdi. 13 Mayıs 1967'de Moskova, İsrail'in Suriye sınırına askeri yığınak yaptığı ve bir hafta içinde saldıracağı konusunda bir uyarı yolladı.

Sovyetler Birliği'nin, ABD'nin başını ağrıtmak için Arapları kışkırtıyordu. O sırada Vietnam'da büyük sorunlar yaşayan ABD için Orta Doğu'da bir başka savaşla uğraşması çok zor olacaktı. Sonuçta 1967 ortamında ne İsrail ne de Arap komşuları savaşmak için fazla bahane aradı. Yıllardır beklemekte oldukları krize dalmakta hiç tereddüt etmediler.

 

Sovyetler Birliği'nin yolladığı uyarıdan 24 saat sonra Mısır orduları başkomutanı Mareşal Emir, güçlerini alarma geçirdi. Harekatlar Komutanı Korgeneral Enver el Kadi, Genelkurmay Başkanı Emir'e, ordunun aralarında en seçkin birliklerin de bulunduğu yarıdan fazla gücünün Yemen'de olduğunu hatırlattı. Emir ise ona gerçek bir savaş olmayacağını, sadece İsrail'in Suriye'ye yönelik tehditlerine karşı bir güç gösterisi yapılacağını söyleyerek güvence vermeye çalıştı.

 

İki gün sonra Mısır krize iyice batmıştı. Gazze-Mısır sınırında 1956'dan bu yana devriye gezen Birleşmiş Milletler barış gücü askerlerini sınır dışı edip, elindeki yarımda olsa tüm birliklerini Sina çölüne sürdü. Bu askeri harekât bir düşmanlık gösteriydi ama Mısır, Tiran boğazını bloke ederek Kızıldeniz'deki Eylat limanını ablukaya alırsa bu İsrail izin ciddi sonuç yaratabilirdi. Nasır'ın radyo istasyonu olan "Arapların Sesi" anlamındaki Sawt el Arab'ın yayınları Orta Doğu'daki savaş havasını daha da tırmandırıyordu. Kahire'den bütün Orta Doğu'ya yayın yapan bu radyo Nasır'ın dış politikasının önemli bir aracıydı.

 

İsrail, Nasır'ın BM barış gücünü sınır dışı edip sınıra asker yığmasına tepki vermeyince Nasır el yükseltti. 22 Mayıs'da Kızıldeniz'in girişindeki Tiran boğazından İsrail gemilerinin geçişini yasaklayarak fiilen İsrail'in Eylat limanına 1956 yılından itibaren kaldırmış olduğu ablukayı yeniden uygulamaya başladı.

Sina çölündeki bir hava üssünde konuşan Nasır "Eğer İsrail bizi savaşla tehdit ediyorsa, ona 'hodri meydan' diyoruz" dedi ve çevresini saran genç ve hevesli pilotlarla Nasır gayet neşeli fotoğraflar ile Arapların lideri Nasır, Yahudilerin devletine meydan okuyordu.

 

Amerikalılar Kahire'den duyurulan bu açıklamaya tam 42 dakika sonra tepki verdi. Taraflar sakin kalıp, çatışma krizinden kaçınılırsa ABD Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey'in Kahire'yi ziyaret edebileceğini açıkladılar. Başkan Lyndon Johnson çok öfkeliydi. BM Genel Sekreteri U Thant'da, Nasır'ın son açıklaması sırasında barış görüşmeleri için Kahire'ye uçuyordu. Nasır ise, daha önce ABD ve Sovyetler Birliği'ne verdiği sözü tekrarladı; ilk kurşunu Mısır sıkmayacaktı.

 

Nasır'ın Kızıldeniz girişini ablukaya almasından bir gün sonra İsrail Başbakanı Levi Eşkol ve kabinesi silahlı kuvvetlerin teyakkuza geçirilmesi emrini verdi. 48 saat içinde 250 bin asker hazır olacaktı. Zorunlu askerliğin yanısıra bütün İsrailli erkekler yedek kuvvet olarak silah altına alınabiliyordu.

İki gün içinde 50 yaşın altındaki İsrail erkek nüfusunun büyük çoğunluğu bir tür askeri üniforma giyinmişti. Genelkurmay Başkanı İzak Rabin büyük bir baskı altındaydı.

 

Uluslararası diplomasi krizi kapsamlı bir savaşa dönüşmeden çözmeyi denedi. İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban, Başkan Johnson ile bir görüşme yapmak üzere Washington'a gitti. 1956 Süveyş krizinde, İsrail, İngiltere ve Fransa ile yaptığı gizli anlaşma gereğince Mısır'a saldırmıştı. Amerikalılar bu olayda İsrail'i "saldırgan" olarak damgalayarak o zamanki işgal ettiği topraklardan çekilmeye zorlamıştı. Bu kez Eban, Başkan Johnson'dan İsrail'in savaşa girmesine onay almak amacındaydı. ABD Başkanı İsrail'i ilk ateşi açan ülke olmamak konusunda uyardı. Johnson, Eban'a Mısır konusunda kaygılanmamasını söyledi. Mısır'ın güç gösterileri ile, hemen saldırma niyeti yoktu.

Johnson, Mısırın Tiran boğazı ablukasını kaldırtmak için uğraşacağının söyledi. Abba Eban, İsrail'in Amerikalıların ritmine ayak uydurması gerektiğini düşünüyordu fakat ordu teyakkuzdaydı ve generaller sıkıntılıydı.

Askerler Eban'dan hoşlanmıyordu. Tarzını seçkinci ve abartılı buluyorlardı. İsrail kabinesi 28 Mayıs günü, herhangi bir şey yapmadan önce iki hafta bekleme kararı aldığında generaller müthiş öfkelendi. Onlar açısından olay Tiran boğazı meselesi değildi. Nasır bütün Arap dünyasını onlara karşı birleştiriyordu. Sina çölüne birlikler sevk etmişti ve açıkça İsrail'in sınırlarını tehdit ediyordu.

 

Nasır, 1956'dan bu yana Arap dünyasının tartışmasız lideriydi. Şimdi, nefret edilen İsrail'e "hodri meydan" diyordu. Bu onun Arap siyasetindeki lider pozisiyonunu daha da güçlendirdi. 28 Mayıs'da Kahire'de yabancı gazetecilerin katıldığı bir basın toplantısı yaptı ve Sina ile Tiran boğazındaki krizi, İsrail'in Filistinlilere yönelik "saldırganlığı"na bağladı.

İsrail'in 1948'de Filistinlileri topraklarından sürdüğünü bu yüzden İsrail ile bir arada yaşamanın mümkün olamayacağını söyledi.

 

Nasır'ın bu kendine güvenli tutumu Ürdün Kralı Hüseyin'i köşeye sıkıştırdı. Hüseyin Nasır'a güvenmiyordu. Yakın dostluk geliştirdiği Amman'daki CIA büro şefi Jack O'Connel'a, İsrail'in stratejik hedefinin Batı Şeria'yı ele geçirmek olduğunu söyledi. Ama Kral Hüseyin'in çevresindeki asker subaylar Nasır ile daha yakın işbirliği için baskı yapıyorlardı.

Haşimi soylu olan Kral Hüseyin, sonunda gittikçe güçlenen Nasır'la bir uzlaşmaya gitmeye karar verdi. Eğer savaşın dışında kalırsa, ülkesinde yaşayan Filistinlilerin ayaklanabileceğini ve rejimi çökertebileceklerini düşündü. Diğer yandan savaşa girerse, Mısır'ın sağlayacağı hava desteği ile İsrail'in Batı Şeria'ya doğru ilerleyişini geciktirebilirdi. 30 Mayıs tarihinde Kral Hüseyin Kahire'ye uçtu ve Nasır'la savunma anlaşmasını imzaladı. Amman'a döndüğünde kendisini karşılayan çoşkulu dev kalabalık Mercedes arabasını omuzlara alarak saraya kadar taşımak istediler. Hüseyin daha sonra tarihçi Avi Shlaim'e şöyle demişti: "Savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyordum. Kaybedeceğimizi biliyordum. Ürdün olarak tehdit altında olduğumuzu biliyordum. İki tehdit altındaydık. Ya o gün yaptığımız gibi savaşa girecektik ya da girmeyecektik, ama o zaman da ülke kendi kendisini parçalayacaktı."

 

Arap radyolarının seslendirdiği tehditler her gün İsrail basınındaydı.1967'de Tel Aviv'de hükümet tabut stoku yaptırıyor, hahamlar parkları olağanüstü mezarlık alanı olarak ilan ediyor, onbinlerce litre kan bağışı yapılıyordu.

28 Mayıs günü Başbakan Levi Eşkol'un radyoda yaptığı konuşma da endişeleri derinleştirdi. Başbakan kekeliyor, laflarını birbirine karıştırıyordu. Konuşma sonrasında yapılan toplantıda generaller Başbakan'ı sert şekilde eleştirdiler. Komutanlarla hükümet arasında ciddi bir gerilim doğmuştu. Askerler

Israil Başbakanı Levi Eşkol'a güvenmiyordu.

Birçok İsrail Başbakanı gibi Eşkol aynı zamanda Savunma Bakanı idi. Bu görevi İsrail'in savaş kahramanlarından biri olan eski asker Moşe Dayan'a bırakmak zorunda kaldı.

 

Nasır riskli bir kumar oynuyordu. Mısır'ın modern bir hava gücü olsa da kara kuvvetleri zayıftı. O sırada Yemen'dede savaşan Mısırlı generaller Nasır'ın kendilerini felaketle sonuçlanabilecek bir savaşın eşiğine getirdiğinin farkındaydılar. Krizi yatıştırmak için uluslararası hamleler başarılı olamamıştı. ABD ve İngiltere'nin geliştirdiği tek fikir bir uluslararası deniz gücü oluşturup Mısır'ı Kızıldeniz'in girişindeki ablukayı kaldırmaya zorlamaktı.

 

2 Haziran Cuma günü İsrail'in generalleri, İsrail hükümetinin savunma komisyonunda savaşa girme konusundaki tezlerini net bir şekilde sundular. Politikacılara Mısır'ı püskürtebileceklerini ama beklerlerse bunun zorlaşacağını anlattılar. Birkaç gün önce İsrail'in gizli istihbarat örgütü Mossad'ın başkanı Meir Amit sahte bir pasaportla ve kılık değiştirerek Washington'a gitmişti. Savaş konusunda daha fazla beklemek istemiyordu. Ekonominin tamamen felç olabileceğinden korkuyordu çünkü elli yaşın altındaki bütün erkekler silah altına alınmıştı. Amit, ABD Savunma Bakanı Robert McNamara ile görüştü ve O'na, hükümete savaşa girmeyi tavsiye edeceğini söyledi; "McNamara sadece iki soru sordu. 'Ne kadar sürer?' Bir hafta süreceğini söyledim. 'Ne kadar can kaybı olur?' Bağımsızlık savaşından daha az olacağını söyledim. O zaman 6 bin kayıp vermiştik. McNamara 'Seni açık ve net bir şekilde anladım' dedi" Yani, ABD yeşil ışık yakmıştı. Kendilerine İsrail'in savaşa gideceği söylenmişti ve onlar bunu durdurmak için bir girişimde bulunmamışlardı. Tel Aviv'e 3 Haziran Cumartesi günü indi. Bir otomobil onları Başbakan Eşkol'un konutuna götürdü. Burada savunmayla ilgili bakanlar ve Başbakan onu bekliyordu. Amit hemen savaşa girmeyi önerdi.Toplantıda hazır bulunanlar karardan emindi artık. İsrail savaşa giriyordu. Sabah karar kabine tarafından onaylandı.

Mısır'da Nasır, İsrail'in 4 ya da 5 Haziran'da vuracağını tahmin ediyordu. Irak'da zırhlı bir tümenin Ürdün Vadisi ve İsrail yönüne doğru ilerlediğini biliyor bunun İsrail'i oyalayacağını düşünüyordu.

 

5 Haziran sabah 07.40'da Ezer Weizman, Tel Aviv'deki Savunma Bakanlığı içindeki Hava Kuvvetleri Komuta Merkezi..İsrail'in savaş planı, sürpriz bir saldırıya dayalıydı. Odak Operasyonu adı verilen hava saldırısında Arap hava gücü havalanamadan, yerde imha edilecek ve saldırı Mısır'dan başlayacaktı.

Yıllarca buna hazırlanmışlardı ve işte ilk hava akını başlamak üzereydi. Mısır ve diğer Arap ordularının aksine İsrail ordusu, ödevine iyi çalışmıştı. Yıllar içinde yüzlerce keşif uçuşu yaparak Mısır, Ürdün ve Suriye'deki her hava üssünü ve kapasitesini net şekilde tespit etmişlerdi. Pilotların elinde her birinin planını, parolalarını ve savunma potansiyelini içeren hedef kitapçıkları vardı. Radyo dinlemeleri sayesinde önde gelen Arap komutanların seslerini tanıyabilecekleri bir dosya bile hazırlamışlardı.

 

Bu İsrailin ilk baskın hava saldırısı çok başarılı oldu. Mareşal Emir ve Mısır ordusunun komuta kademesi Sina yarımadasındaki Bir Tamada hava üssünde toplantıdaydılar. İlk dalga İsrail savaş uçakları bombardımana başladığında toplantıya yeni başlıyorlardı. Mareşal Emir'in uçağı havalanmayı başardı ama bütün Mısır hava üsleri aynı anda saldırıya uğradığından bir süre inecek yer bulamadı. Tel Aviv'de ise İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı Ezer Weizman sevinç içindeydi. Saldırılar umduğundan daha iyi gitmişti. Düşmanı tamamen hazırlıksız yakalamışlardı.

O gün İsrail, Ürdün ve Suriye hava kuvvetlerinin de büyük kısmını imha etti. Artık İsrail hava kontrolünü tamamen ele geçirmişti ve savaşın gidişi belli olmuştu.

 

İsrail, Ürdün Kralı Hüseyin'i savaşa girmemesi konusunda uyarmıştı. Ama, o önceden kararını vermişti ve Ürdün'ün etkili ordusunu başarısız bir Mısırlı generalin komutasına vermişti.

Öğlen olmadan Kudüs'de çarpışmalar başladı. Ürdünlüler ateş açtılar. Kral Hüseyin, İsrail'in 1966'da söz vermesine rağmen Sauma köyüne yaptığı baskını unutmamıştı ve İsrail'in sözüne sadık kalmayacağını düşünüyordu. Savaşa girmezse de tahtını kaybedeceğine inanmıştı. Daha güneyde İsrail kara güçleri Sina çölüne girdiler ve üç koldan hızla ilerlemeye başladılar. Mısır ordusu bu ilerleyişe kahramanca bir direnişle karşılık verdi fakat esneklik ve sürat konusunda İsrail ordusu kadar eğitimli değillerdi.

Kahire'deki Genelkurmay karargahında komutanları giderek büyüyen bir panik sarıyordu. General Selahaddin Hadidi koltuğuna çökmüş savaşın yarı yarıya kaybedildiğini düşünüyordu.

Fakat sokaklarda bambaşka bir hava vardı. Kalabalıklar sokağa dökülmüş ve kutlamalara girişmişlerdi. Arap radyolarını dinliyorlar ve savaşın kazanıldığını zannediyorlardı.

Akşam 20.17'de Arapların Sesi radyosu 86 İsrail uçağının imha edildiğini ve Mısır tanklarının İsrail topraklarına girdiğini duyuruyordu. Oysa Sina cephesindeki komuta merkezinde aynı radyoyu dinleyen General Abdül Gani Gamasi ve haberlerden farklı gerçek yenilgi haberleri almış olan Nasır ve Emir villalarına çekildiler.

 

Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını durdurmasını izleyen beş günde İsrail, Gazze Şeridi'ni, ve Sina yarımadasını Mısır'dan, Golan tepelerini de Suriye'den ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ü de Ürdün'den almıştı.7 Haziranda İsrail askerleri Doğu Kudüs'de Kubbetüs Sahra önlerinde idi.

 

Nasır önce istifa etti ama milyonlarca insanın sokaklara çıkıp protesto gösterilerine girişmesi üzerine vazgeçti ve gizemli bir şekilde hayatını kaybettiği 1970 yılına kadar iktidarda kaldı. Ailesi Nasır'ın zehirlendiğinden emindi. Ürdün Kralı Hüseyin Doğu Kudüs'ü kaybetti fakat tahtını korudu. İsrail ile gizli diyaloğunu devam ettirdi ve 1994 yılında İsrail ile barış anlaşması yaptı. Suriye'yi yöneten askeri cuntanın mensubu Hava Kuvvetleri Komutanı Hafız Esad 1970 yılında bir cunta ile iktidarı tamamen ele geçirdi, 2000 yılında öldüğünde oğlu Beşar onun yerini aldı.

 

İsrail'de Başbakan Eşkol 1969 yılında kalp krizi geçirerek öldü. Eşkol'dan sonra başbakanlığa getirilen Golda Meir, 1973 yılında Mısır ve Suriye'nin sürpriz bir saldırıya hazırlandığı yolunda bir uyarı aldı. Fakat İsrail hala 1967'nin zafer sarhoşluğu içindeydi.

 

Mısır lideri Enver Serad ve Suriye lideri Hafız Esad, İsrail'e karşı savaş için Yahudilerin en kutsal günü Yom Kippur'a denk gelen 6 Ekim tarihini seçti. Böylece Yom Kippur günü dolayısıyla askerlerinin çoğu izinde olan İsrail ordusunun iki cephede birden açılacak savaşa hazırlıksız yakalanması amaçlandı.

 

Aynı zamanda ramazan ayının 10. gününe denk gelen operasyona, Hazreti Muhammed komutasında Müslümanların Mekkeli müşriklere karşı verdiği ilk harp olan Bedir ismi verildi.

Mısır Hava Kuvvetleri'ne ait 220 savaş uçağı 6 Ekim 1973'te Sina’da bulunan İsrail'e ait askeri hedefleri vurmaya başladı.

Savaşa hazırlıksız yakalanan ve birçok hedefi hava bombardımanında vurulan İsrail güçleri Mısır uçaklarından sadece 8'ini düşürebildi.

İsrail'in vurduğu uçaklardan birinin pilotu Cumhurbaşkanı Sedat'ın kardeşi Atıf Sedat idi. Atıf Sedat, hava bombardımanı sırasında uçağının isabet alarak düşmesi sonucu hayatını kaybetti.

Süveyş Kanalı'nı geçerek Sina'ya ulaşan Mısır askerleri, Sovyetler Birliği'nden alınan anti tank roketleri sayesinde İsrail'in bölgedeki tanklarını büyük ölçüde yok etti.

Savaşın başlamasının üzerinde 24 saat geçtikten sonra 100 binden fazla Mısır askerinin yanı sıra binden fazla tank Süveyş Kanalı'nın doğusuna yani Sina Yarımadası'na geçmişti. Mısır için savaş planlandığı gibi gitmiş ve büyük başarı kazanılmış gibi gözüküyordu.

 

İsrail ordusu 8 Ekim'de Sina Yarımadası'nda karşı saldırıya geçse de Mısır ordusunun hazırlıklı olması sebebiyle başarı elde edemedi.

 

Mısır, Sovyetler Birliği'nden aldığı hava savunma sistemlerini Süveyş Kanalı'nın doğusuna yerleştirmişti. İsrail, hava saldırılarıyla Mısır ordusunun gücünü kırmaya çalışsa da karada olduğu gibi havada da ağır kayıp verdi.Savaşın ilk dört gününde Mısır'a ait hava savunma sistemleri 50'ye yakın İsrail uçağını düşürdü.Mısır ordusu savaşın ilk haftasında Sina Yarımadası'nın 10 kilometre içine kadar ilerledi.

 

İsrail, savaşın ilk haftasının sonunda Mısır'a mevcut pozisyonda ateşkese hazır oldukları mesajını gönderdi. Ancak Enver Sedat, İsrail'in Sina'dan tamamen çekilmemesi hâlinde ateşkesi kabul etmeyeceklerini belirterek öneriyi reddetti.

 

Savaşın diğer cephesi kuzeydeydi. Suriye'ye ait 150 savaş uçağı Mısır ile eş zamanlı olarak 6 Ekim'de Golan Tepeleri'ndeki İsrail hedeflerini vurmaya başladı. Bombardımanın ardından 40 bin Suriye askeri ile 600 tankı İsrail'in işgalindeki Golan Tepeleri'ne girdi. Suriye ordusunun savaşın ilk saatlerinde Golan Tepeleri'nde büyük başarı elde etmesiyle Suriye cephesinde de işler Şam ve Kahire'nin istediği gibi gidiyordu. Ancak İsrail tanklarının Suriye'ye ait tanklara göre daha üstün olması ve İsrail'e ait takviye tanklarının Şam'ın tahmininden önce bölgeye ulaşması sebebiyle savaşın ikinci gününden itibaren Golan'da işler tersine döndü. İsrail güçleri tarafından durdurulan Suriye ordusunun ilerleme girişimleri başarısız oldu.

 

İsrail güçleri 9 Ekim'de karşı saldırıya geçerek Suriye ordusunu Golan'dan geri püskürttü. Suriye'yi savaşın dışına itmek isteyen İsrail, önce hava saldırılarıyla Şam'daki askeri hedefleri vurdu. Hava saldırılarının ardından İsrail tankları 11 Ekim'de Golan'daki 1967 ateşkes hattını geçerek Suriye topraklarına girdi. Golan'da aldığı ağır darbeyle zor durumda kalan Suriye ordusu, başkent Şam'a doğru ilerlemeye başlayan İsrail ordusuna karşı direniş gösteremedi.

 

Bunun üzerine Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, Suriye güçlerinin İsrail ordusunun Şam'a ilerleyişini durdurmasına yardımcı olmak için 11 Ekim'de bölgeye asker gönderdi. Artan baskılar sebebiyle Irak'ın ardından 17 Ekim'de Ürdün de Suriye'ye asker göndererek savaşa dahil oldu.Suudi Arabistan ve Fas'ın da Suriye'ye yardım amacıyla bölgeye asker göndermesi, İsrail'in Şam'a ilerleyişini durdursa da savaş sırasında işgal edilen Suriye topraklarının geri alınmasına yetmedi.

 

Savaşın ilk haftasında Mısır ordusu Suriye'nin aksine İsrail'e karşı büyük bir başarı kazansa da ikinci haftada Sina cephesinde de işler tersine dönmeye başladı. İşlerin Mısır'ın istediği gibi gitmemesinde Enver Sedat ve bazı üst düzey komutanlarının aldığı yanlış kararlar etkili oldu.

 

İlk olarak Mısır ordusu, Suriye'nin üzerindeki baskıyı azaltmak için 14 Ekim'de karşı saldırıya geçti. Sina'nın içlerine doğru ilerleyen Mısır tankları, İsrail ordusu tarafından durduruldu.Mısır, savunma pozisyonundan karşı saldırıya geçmesinin bedelini 250 tankını kaybederek ödedi.İsrail güçleri, Mısır ordusunun Sina'da oluşturduğu hattı yararak 16 Ekim'de Süveyş Kanalı'nın batısına geçti. Savaşın kaderini etkileyen bu gelişme İsrail'in elini güçlendirdi.Süveyş'in karşı tarafına geçen İsrail askerleri, kanalın doğusunda kalan Mısır güçlerini arkadan kuşattı.

 

Enver Sedat, Mısır ordusunu arkadan kuşatan İsrail güçlerine karşı koymak için Süveyş'in batısında konuşlanan askerlerinin tekrar kanalın doğusuna hareket ettirilmesi önerisine, bunun geri çekilme olarak algılanacağı ve askerlerde moral bozukluğuna sebep olabileceği gerekçesiyle karşı çıktı.Mısır'a pahalıya mal olan bu karar, savaşın İsrail lehine dönmesine neden oldu.

 

Mısır ordusunun büyük bir kısmının Sina'da olması sebebiyle Süveyş Kanalı'nın batısında kalan hava savunma sistemlerini koruyacak yeterli güç bulunmuyordu. İsrail'in 18 Ekim'de kanalın batı tarafına gönderdiği takviye güçler, Mısır'a ait hava savunma sistemlerinin büyük bölümünü imha etti. Bu da İsrail uçaklarının yeniden Sina Yarımadası'nda saldırılarına başlamasına olanak sağladı.

 

Savaşın gidişatının değiştiğini anlayan Mısır Cumhurbaşkanı Sedat, 21 Ekim'de Sovyetler Birliği'nin Kahire büyükelçisine İsrail ile ateşkese hazır oldukları mesajını verdi. Süveyş Kanalı'nın batısına geçerek savaşı lehine çeviren İsrail, Sedat'ın ateşkes önerisini kabul etmedi.

 

Mısır ateşkesi kabul etse de İsrail BMGK'nin çağrısına uymayarak saldırılarına devam etti. Mısır'ın çekilmesiyle yalnız kalan Hafız Esad da 23 Ekim'de ateşkesi kabul ettiğini duyurdu. Bölgedeki çatışmanın sona ermesini isteyen BMGK, 25 Ekim'de üçüncü defa ateşkes çağrısında bulundu. Mısır ile İsrail arasındaki ateşkes Birleşmiş Milletler'in 26 Ekim'de Süveyş Kanalı'na barış gücü göndermesiyle büyük ölçüde sağlanmış oldu.

 

ABD'nin ara buluculuğunda Mısır ile İsrail arasında 18 Ocak 1974'te İsrail'in Süveyş Kanalı'nın batısındaki askerlerinin yanı sıra Sina’dan da belli bir ölçüde geri çekilmesini sağlayan bir anlaşma imzalandı.

 

Tel Aviv ile Şam arasında da 5 Haziran 1974'te Kuvvetlerin Çekilme Anlaşması imzalandı. İsrail bu anlaşmayla savaş sırasında işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmeyi kabul ederken, 1967'de işgal ettiği Golan Tepeleri'nde kalmaya devam etti.

 

Yaklaşık 3 hafta süren savaşta İsrail'in yanı sıra Mısır ve Suriye ağır kayıplar verdi. Savaşta 2 bin 500'den fazla askerini kaybeden İsrail'in 102 savaş uçağı ve 400'den fazla tankı imha edildi.

 

Mısır ve Suriye savaşta verdikleri can kaybına ilişkin kesin bir rakam paylaşmadı, ancak savaşta yaklaşık 5 bin Mısır ve 3 bin Suriye askerinin hayatını kaybettiği ifade ediliyor. Savaşta ayrıca Mısır ve Suriye'ye ait 2 bin 200'e yakın tankın ve 350'den fazla savaş uçağının imha edildiği tahmin ediliyor.

 

Bu son savaşta İsrail'i kurtaran ABD'nin kurduğu dev hava ikmal köprüsü oldu. Mısırlı siyasetçiler bu saldırıyla ulusal onuru kurtardıklarını düşündüler. Yeni Cumhurbaşkanı Enver Sedat İsrail ile barış anlaşması yaptı.1967'den sonra Amerikalılar, İsrail'e yeni bir gözle bakmaya başladılar ve yahudi lobisi güdümünde değişen Amerikan Başkanları ile üç Arap ordusunu yenen bu devlete tamamen hami oldular.

 

1967'nin etkilerini en çok İsrail ve Filistinliler hissetti. İsrail Filistin topraklarını işgalini başlattı ve yarım yüzyıl sonra da hala bu toprakları işgal ediyor. Ayrıca Doğu Kudüs ve Golan tepelerini ilhak etti. Bu hamleleri ise uluslararası kurumlar ve hukuk tarafından meşru sayılmıyor. Batı Şeria son elli yıldır, Kral Hüseyin'in umduğu gibi Ürdün'ün değil, artık İsrail'in işgali altında idi. İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban da İsrail'in Golan tepelerinden Süveyş'e kadar uzanan yeni haritasını "barışın garantisi değil ama zamansız başlayan bir savaşın hediyesi" olarak nitelemişti.

 

O yıl Ağustos sonunda yapılan Hartum zirvesinde Arap liderlerin kendilerini küçük düşüren İsrail ile anlaşmaya hiç niyeti yoktu. "Müzakere yok, tanıma yok, barış yok" dediler.

İlginç olan, 1967'nin Filistin ulusal hareketinin de doğuşunu tetiklemesidir. Daha önce Nasır'ın denetimindeki bir örgütlenme olan Filistin Kurtuluş Örgütü, 1967'den sonra Yaser Arafat ve onun oluşturduğu El Fetih grubunun yönetimine geçti. 1968 yılında El Fetih'in sadece üç ay içinde yaptığı onlarca sınır saldırısı ve vur kaç eyleminden sonra İsrail, Ürdün'deki Kerime mülteci kampındaki El Fetih karargahına bir misilleme saldırısı gerçekleştirdi. İsrail güçleri burada Filistinli gerillalar ve Ürdün topçusundan beklenmedik bir direniş gördü. Ama bu saldırı sonunda İsrail Kerime'yi yerle bir etti..saatlerce savaştıktan ve en az 30 kayıp verdikten sonra.

Bu baskında 100'den fazla El Fetih savaşçısı öldü ve birer ulusal kahraman olarak Filistin tarihine geçtiler. Yaser Arafat Filistin Kurtuluş Örgütü'nün liderliğine geldi ve hem uluslararası bir şahsiyet hem de Filistin ulusal kurtuluş davasının sembolü haline geldi.

 

İsrail 1948, 1967 ve 1973 savaşları ile işgal ettiği topraklarda, uluslararası hukuku hiçe sayarak yeni Yahudi yerleşimleri inşa etmeyi sürdürüyor. Oysa uluslararası hukuk işgalci ülkelerin ellerinde tuttukları topraklara kendi halkını yerleştirmesini açık bir şekilde yasaklamaktadır..Askeri işgal tanımı gerçeği baskıcı bir şeydir. İşgal, hem işgal edenler hem de işgale direnenler açısından insan hayatının değerini azaltan ve ve insana zulmeden bir kültür yarattı.

 

1990'ların başlarında 1967 savaşının sonuçlarını geriye çevirmeye yönelik barış görüşmeleri başladı. 1993 yılında ABD Başkanı Bill Clinton'un arabuluculuğunda yapılan görüşmelerde artık başbakan olmuş olan İzak Rabin eski düşmanı Yaser Arafat ile Beyaz Saray'in çimenlerinde el sıkıştı. Barış süreci daha baştan her iki taraf için de birçok açmaz içeriyordu. Fakat ellerindeki en iyi seçenek buydu.Aşırı sağcı İsrailliler ise barış sürecinden çok tedirgin oldular. Tanrı'nın Yahudi halkına bahşettiği toprakların sahibi olma rüyasının son bulacağını düşünüyorlardı. Rabin 1995'te Tel Aviv'de aşırı görüşlü bir Yahudi tarafından öldürüldü.

 

Günümüzde haber izleyen herkese, Filistin için aşina gelen her şey; katliam, şiddet, işgal, yasa dışı yerleşimler ve Kudüs'ün ilhakı ve belirsiz geleceği gibi. Bütün konular..bu savaşlar ile şekillendi. 638'de Hz.Ömer'in fethi ile huzura kavuşan Kudüs, 11 aralık 1917'deki İngiliz genarali Allenby'nin işgalinden beri artık huzur yüzü göremiyor..

Makale Yorumları

  • Nazif Çalıkoğlu07-06-2021 00:40

    Çok uzun bir yazı Bekir kardeş.. ne yaptın böyle...inceliyorum..tşklr

Yorum Yazın