Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Osmanlı’yı Yıkan Batı Hayranlığı Oldu

Osmanlı imparatorluğunu oluşturan halkın, insana ve âleme bakışı, yaratılışın tabiatına uygundu. Temelinde “aşk ve sevgi” olan bu bakış açısıyla cihana hükmedebilen bir devletin en asli yapıtaşını oluşturmuşlardı.

Varlığının amacını “yaşamak ve yaşatmak” kavramları üzerine kuran Osmanlı medeniyeti 18. yüzyılda aksiyon gücünü kaybederek, kendi kabuğuna çekilmek durumunda kaldı. Elbette bu krizin arka planı bir hayli karanlık ve trajik. Avrupa ise teknik anlamda ilerleme kaydetmişti. Savaşa dayalı ilişkilerin yerini artık ekonomik ve siyasi ilişkiler almıştı. 

Avrupa insanı medenileşirken insan olma vasfını kaybetti ve sınırsız bir doyumsuzluk halinde hep daha fazlasını istedi. Bugün de Dünyaya hâkim olma düşüncesiyle güçsüz olanın ezilip sömürgeleştirildiği “maddeci” bir zihniyetle insanlığın sonunu hazırlayacak kaos planları yapmaktadır.

Maddeye tapan, aklı putlaştıran, pozitivist Avrupa medeniyeti karşısında; ahlak, iman ve İslam esaslı Osmanlı medeniyetinin ayakta kalabilmesi için kendi özüne sahip çıkması gerekiyordu. Osmanlı uzunca bir dönem bunun nedenlerini ve çıkış yollarını tartıştı.

Fuat Sezgin’in de dediği gibi “ Osmanlı Devleti’nde Avrupa’nın üstün olduğu kompleksi oluşmuş ve bu üstünlüğün kabul edilmesiyle ‘onlar gibi olmak’ için birtakım çabalara girişilmişti. Hâlbuki Avrupa’nın ilerlemesi zaten İslam dünyasından elde ettiği kazanımlar sayesinde olmuştu. Ancak Osmanlı devlet ricali bunun farkında değildi.

“Modernleşmek” adı altında girişilen ıslahatların kaynağı ve modeli Avrupa olmuş; Kemal Karpat’ın “Kısa Türkiye Tarihi” adlı kitabında da ifade ettiği gibi “hedef, Avrupalılaşmak” olarak belirlenmiştir. Ancak yapılacak olan bu değişikliklerin Osmanlı medeniyeti ile bağdaşıp bağdaşmayacağı maalesef düşünülmemiştir. 

Devleti eski gücüne tekrar kavuşturmak için önce “Ordu” üzerinden girişilen ıslahat çabaları olumlu sonuç vermemiştir. Mesela 3.Selim devrinde kurulan “Nizam-ı Cedit” ordusuna karşı beliren tutumların sebeplerine bakarsak; yenilik hareketlerini yürüten ve padişah tarafından kollanan ıslahatçı bürokratik zümrenin kendine maddi menfaatler sağlamanın peşinde olması ve eğlence âlemlerini halkın gözü önünde sürdürmesi, gittikçe artan hayat pahalılığının sebebi olarak da Nizam- ı Cedit için yapılan masrafların görülmesini söyleyebiliriz.

Demek ki hangi dönemde olursa olsun halkın maddi ve manevi değerleriyle oynamak o devletin yapı taşlarıyla da oynamak demek oluyor. Osmanlı devlet adamlarının Avrupa’daki ilerleyişi kendi ülkelerine tatbik etmek isterken yanlış yol izlediği muhakkak. 

Önce eğitime verilmesi gereken önem maalesef başka alanlara verildi. Osmanlı eğitim sisteminin temelini oluşturan medreseler; tıpkı ordunun ıslahı gibi bir yeniliğe ihtiyaç duyuyorlardı. Öğretim ve yöntem, müderrisliğe atanma ve öğrencilerin disiplini gibi alanlarda sorunları olan medreselerin akli ve müspet ilimlere eskiden olduğu gibi gerekli önemi vermesi göz ardı edilmiş; rüşvet, hatır gönül ve adam sendecilik gibi olumsuz tavırlar alıp başını gitmiştir.

 “Özgürlük, eşitlik, hak, adalet, hukuk gibi kavramlar İslam dinine yabancıymış gibi; içine düştükleri maddeci dünya görüşüyle dine karşı çıkıyorlardı. Hâlbuki meclis, meşveret, şura, ortak akıl, danışma gibi kavramlar zaten İslam dininin içinde olan kavramlardı.

Eski düzeni değiştirmeye yönelik hareketleri iyi ve ilerici; ona karşı gelenleri ise tutucu ve gerici olarak gören o dönem Osmanlı aydınının kafası şüphesiz ki çok dardı. Medreselerin; bilim ve fen konularında İslam dininin yeniliklere açık olduğu ve dolayısıyla kendi kültür ve ananelerimize bağlı kalmak, özümüzü ve değerlerimizi yitirmemek şartıyla gelişmeleri takip etmek konusunda devletin yanında yer alması gerekirken kendi içine kapanarak taşın altına ellerini koymaktan çekindiler ve zaten zamanla da tümden etkisiz hale geldiler.

Hâlbuki batılı hayat tarzını model almakla değil de önce eğitimle aşılması gereken meseleler vardı. Yurt dışına giden öğrenciler Avrupa’da içine düştükleri pozitivizmin etkisiyle daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi, aldıkları eğitimle devleti yıkacak kadroları oluşturdular. İçine düştükleri inkâr fırtınasıyla dini reddederek; Batının ilerlemesine ayak uydurulabileceğini zannediyorlardı.

Oysa aydınlanma dine karşı değil devlet ve toplumdaki ahlaki çöküntü ve dejenerasyona karşı yapılmalıydı. Milli hedefler belirlenerek, ülkenin tamamını kapsayacak ve şekilcilikten uzak planlamalara ihtiyaç vardı. Mehter yerine bando kurdurarak değil! 

Nitekim Said Halim de 1916’da yazmış olduğu “Cemiyet Buhranımız” adlı risalesinde, Osmanlı halkının bir toplumsal çözülme ve medeniyet kaybı yaşadığını aktarmıştır. Ona göre “Ahlak, inanç, an’ane gibi temel esasların bozulmasına eklenen kanun ve nizam yokluğuyla yara alan sosyal yapı, sarsıntı ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır.

Batı taklitçiliği ve hayranlığı, iyi ile kötünün birbirine karışmasına sebep olacak bir anlayışa neden olmuş ve ahlak anlayışında bir sarsıntı meydana getirmiştir. Edebe, ahlaka ve geleneklere bağlı, namuslu ve insaflı Osmanlı kişiliğine karşı savaş ilan edilmiştir.”

Toplumu medenileştirme gayesi Frenkleşme/alafrangalaşmaya indirgenerek, Avrupai yaşam tarzı, ahlak ve adetlerini taklit etmek bir meziyet haline getirilmişti. Halkın dini ve geleneği, toplumun çöküşünün sebebi ve ilerlemenin önündeki engel olarak gösterilmiştir. Bu kişilik yozlaşması ve yabancılaşması Osmanlı toplumunu çöküşe sürüklemiştir.

Yukarda da belirttiğimiz gibi Avrupa’da materyalist eğitim anlayışıyla eğitilip yurda geri dönen bu zevat, Batı medeniyetinin tabii ahlaki kanunlardan yoksun anlayışıyla büyük bir sosyal buhran içine düşmüştür. Osmanlı toplumu kendi öz ve değerlerinden uzaklaşarak, kurtuluşunu maddiyatta aramış ve maneviyatını ihmal ederek, yardımlaşma ve sosyal sorumluluk duygularını kaybetmiştir.

Bugün geçmişten ders alarak kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Bağımsızlığın ve güçlü devlet olmanın yolunun hamasetten, batı hayranlığından, zafer sarhoşluğundan değil karıncalar gibi çalışmaktan, üretmekten geçtiğini artık idrak etmeliyiz.

Yorum Yazın