Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Otopsi İşkencesi

Otopsi bilindiği gibi bir insanın kafa, göğüs ve karın bölgesinin açılması suretiyle organlarının her birinin çıkartılıp incelenmesi işlemidir. Ölüm nedenleriyle ilgili yasal sorulara yanıt getirilmesi amacıyla 1302 yılında İtalya-Bolonya’da adli otopsi ilk kez uygulandı. Sonra 1374 yılında Fransa’da da yapılmıştır. Katolik kilisesi ise 1533 yılında Hispaniola adasında yaşayan Joana ve Melchiora adlı yapışık ikizlerin aynı ruhu paylaşıp paylaşmadıklarını öğrenmek için otopsi yapılmasını buyurduğunu biliyoruz.

Kısacası otopsi, Batı’da ortaya çıkan ve bize sonradan gelen bir uygulama. Ölüm sebebi, organın fiziksel görüntüsünün bir kaç istisna dışında tespit edilmesinin mümkün olmadığı tıp dünyası tarafından bilinse de bu gerçek, uygulama sahasına konulmayıp, “Ne de olsa ölü bir şey hissetmez” materyalist kafasıyla ölülere korkunç işkenceler uygulanmaktadır.

İslam ahlakından uzak olan pozitivist bilim dünyasında “mahremiyet” diye bir kavram yoktur. Zira otopsi masasına yatırılan ölü üzerinde her türlü işlemi yapma salahiyeti doktorun elindedir. Otopside kadın-erkek ve doktor ayrımı yoktur. Türkiye’de birçok insan yakınlarının çırılçıplak görünmesini ve onların parçalara ayrılmasını normal karşılayan bu uygulamaya açıkçası pek olumlu bakmıyor.

İnsan yaratılış itibariyle mükemmel, özel ve şerefli bir varlıktır. Onun şeref ve haysiyetini oluşturan unsurlardan biri de vücudunun bütünlüğüdür. Dolayısıyla canlı iken üzerinde yapılması yasak olan ne varsa öldüğünde de bu kurallar aynen geçerlidir. Zira Müslümanlara göre ölen ruh değil bedendir.
Biz ahirete, ölümden sonraki hayata inan insanlar olarak bu inanca sahip olmayanların yapılmasını uygun gördükleri şeyleri yapmak durumunda bırakılmışız.

Hz. Muhammed (a.s.) “Ölünün kemiğini kırmak diri iken kemiğini kırmak gibidir” diyor. Ve ölüye yapılan işkenceyi yasaklıyor.

Bu durum Tevrat’ta da açık bir dille yasaklanmıştır. Bu bakımdan bugün Yahudiler ölülerinin üzerinde otopsi yapılmasına müsaade etmemektedirler. Çok elzem durumlarda ise bilinen otopsiden farklı olarak vücut bütünlüğü parçalanmadan yüzeysel otopsi ile bu işlem halledilmektedir. Ayrıca papazlara ve Hristiyan din görevlilerine de yapılmasının yasak olduğunu duymuştum.

Osmanlı döneminde de otopsi yoktu. İslam dininde insan vücudunun Allah tarafından yaratıldığı ve bunun kutsal niteliği nedeniyle, Sultan Abdülmecit’in (1839-1861)  aynı zamanda bir halife olarak 1841 yılında imzaladığı bir fermanla sadece Hristiyan ölülere otopsi yapılmasına izin veriliyordu.

Güvenlik, adâlet ve toplumun bulaşıcı hastalıklardan korunması sahalarında otopsi elzem olabilir. Özellikle cinayet vakalarının aydınlatılmasında da fayda sağlamaktadır. Yani adlî otopsilerde cenaze sâhibinin rızasının olup olmamasına bakılmaz. Keza bulaşıcı ve salgın hastalıktan öldüğü şüphesi duyulan olaylarda da bu geçerlidir. Ve bunun olması gerekir.

Bilindiği gibi hastane dışında gerçekleşen tüm ölüm olayları (trafik kazası, kalp krizi, yüksekten düşme, zehirlenme, boğulma vd.) şüpheli ölüm olarak nitelenmekte ve adliyeye intikal etmektedir. Olay yerine giden savcı ve bir doktor ölünün kaba muayenesini yapar, tanıkları dinler. Tanıkların ölüm nedenine yönelik verdiği bilgiler durumu değiştirmez ve savcı ile doktor kendisini garanti altına almak için ölüyü otopsi için Adli Tıp Kurumu’na sevk eder.

2005 yılına kadar bu işlem ölü yakınlarının isteğine bağlı iken bu tarihten sonra değiştirilmiş ve hasta yakınları istese de istemese de otopsi yapılması zaruri hale getirilmiştir. Bizim mevzumuz da tam olarak budur.

Bakınız otopsi yapanlardan biri yaptığı işlemi şöyle aktarıyor:
“Önce kafatası testereyle kesilir ki bu öyle pek kolay bir işlem değildir. Kafatası kubbesi bir kenara konur, daha sonra bistüri ile beyin ve beyincik çıkarılır. Toksikolojik inceleme için küçük örnekler alınıp kavanozlara konur, daha sonra baktık ki kafada bir sorun yok, hemen larynxden başlayarak göğüs kafesinden genital bölgeye kadar bistüriyle ortadan yarılır. Kostatom denilen bir aletle kaburgalar kesilir ve göğüs kafesi açılır, iç organlardan da aynen beyin gibi toksikoloji için örnekler alınır, bağırsaklar bir yumak yapılıp bir kenara konur... Baktık hala sorunu bulamadık o zaman genital bölgeye bakılır, örnekler alınır, artık bundan sonra da bir şey bulunamazsa takdiri ilahi denilir.”

Bir diğeri de şöyle açıklıyor: “ Kafatasının açılması en vahşi kısmıdır. Önce kafa derisine bir kesi atılır, bu kesiden kafa derisi ön ve arka olarak iki bölüm haline gelir. Daha sonra el yordamıyla bu kısımlar cart curt sesleri eşliğinde açılmaya başlanır. Önde alnın biraz daha alt kısmına kadar yüzülmüş olur… Baş, karın, batın açılması zorunluluktur. Ölüm nedeni kafatasının açılması ile belirlenmiş olsa dahi, karın ve batın yine de açılmalıdır… vs”

Bizler ölüye de diriye de saygısı ve hürmeti olan bir medeniyetin insanlarıyız. Ölüye hiçbir şekilde eziyet etmeyiz. Çünkü insan bize göre yaratılmışların en şereflisidir ve bir ruha sahiptir. Ölümü bir son değil tam tersi yeni bir başlangıç olarak gören bir inancın sahipleriyiz. Peygamberimiz “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar” der.

Yapılan işkence sadece ölüyü değil yakınlarına da eziyet vermektedir. Bununla ilgili yeni bir düzenleme yapılabilir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi önemli adli vakalarda yani yapılması zaruri olan otopsi dışında kalan ölümler için yakınlarının iznine tabi olması sanırım en makul yol gibi görünüyor.

 

Yorum Yazın