Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

Saman Kafalar

Adolf Hitler diyor ki:

“Eğer bir yalanı yeterince uzun, yeterince gürültülü ve yeterince sık söylerseniz, insanlar inanır. İnsanları, bir yalana inandırmanın sırrı, yalanı sürekli tekrar etmektir. Sadece tekrar, tekrar ve tekrar söyleyin… İnsanın düşünememesi liderler için ne büyük şans.”

Propaganda Dehası Joseph Goebbels ( “Büyük Yalan” Ustası ) Büyük Yalan Teorisi ya da Goebbells Teorisinde der ki “En parlak propagandacı tekniğin (kendini birkaç noktaya odaklama ve defalarca tekrar etme); bir temel ilkesi sürekli akılda tutulmadıkça, hiçbir başarıya imza atılamaz.

''Eğer, sonsuza dek yanlış olan bir şeyi tekrar tekrar söylersek, örneğin; güneş güneyden doğar dersek ve insanların birçoğunun bunun doğru olacağını düşünecekleri bir zaman olacaktır. Başka bir deyişle, büyük bir yalan (Almanca: Große Lüge) propaganda tekniğidir. Bu ifade, Adolf Hitler tarafından 1925 yılında yayınlanan Mein Kampf adlı kitapta yazıldığında, birisinin “gerçeği öyle çarpıcı biçimde çarpıtmak için bir kabiliyete sahip olabileceğine” kimsenin inanmayacağını söyledi. Hitler, bu tekniğin Yahudiler tarafından I. Dünya Savaşı’ndaki Alman ordusu subayı Erich Ludendorff tarafından Almanya mağlubiyetini adaletsizce suçlamak için kullandığını ileri sürdü. Frank Zappa, The Real Frank Zappa adlı kitabında “Büyük Yalana” sürekli olarak değinmiştir. Bunu örgütlü din, hükümet ve müzik endüstrisini tanımlamak için kullandı. Zappa’nın 1989 tarihli Broadway the Hard Way adlı eserindeki “When Lie’s So Big” adlı şarkısında da bu konsepti ele aldı…

Fransız gazeteci Thierry Meyssan, 2002’de 9/11 adlı kitabı yazdı: Büyük yalan teorisinin, 11 Eylül saldırılarının ABD hükümetinin yaptığı bir komplonun sonucu olduğunu savundu bu kitabında. Bugün ABD’de söylenen birçok yalan var.

Şimdi bu misalleri neden verdim durup dururken. Ülkemizde dönem dönem belirli cümleler çok klişeleşiyor. Mesela 2002-2007 seneleri arasında, bir toplumun ne kadar ileri medeni gelişmiş ve teknolojik olduğu, o toplumun veya ekonomisinin “ne kadar çok tükettiği ile ölçülüyordu” yani ne kadar çok tüketirseniz o kadar ileri idiniz... Hani şimdi diyoruz ya hepimiz “üretim, üretim, üretim” o senelerde de “tüketim, tüketim, tüketim” deniliyordu. Hatta bankalar, finans kuruluşları ve bu müesseselerle çalışanlar hatırlayacaklar, BASEL KRİTERLERİ bir rüzgâr gibi esiyordu. Onun için tüketim verileri ciddi bir ehemmiyet taşıyordu. Ne kadar elektrik tüketiyorsun, ne kadar gıda yemek su tüketimin var, ne kadar hizmet alıp harcama yapıyorsun, kaç personel çalıştırıyorsun, ne kadar vergi ödüyorsun, ne kadar reklam bütçen var, telefon faturalarınızın bile eğer miktarı yüksek ise “aa bu çok ciddi bir firma imiş buna daha çok kredi verilebilir” gözü ile bakılırdı… Derken son yıllarda bu terse döndü. Artık tüketim toplumu olmak veya ne kadar çok tükettiğiniz değil ne kadar “Ürettiğiniz” daha ciddi kabul ediliyor. Ne diyoruz artık “üretim, üretim, üretim”. Tamam, üretim kıymetli de bu yeni bir şey değil ki? Herkes neden birden bire üretim aşığı oldu anlamadık? Üretim her zaman kıymetli bir faaliyettir. Üretmeden tüketmek, zaten var olan hazırı tüketmektir ve o hazıra dağ dayanmaz. İşte bakın Yunanistan’ın hali ortada. Ama bu üretim neyde ve nasıl olmalıdır? Ülkelerin Hamallık kabul ettiği üretim modelleri de vardır ve bundan uzak dururlar. Misal, ABD’de cep telefonu üretimi yoktur. Çin’de yaptırır. İngiltere de küçük sanayii nerede ise kalmamıştır. Misal, elektrik sektöründen örnek vereyim. İngiltere de on yıllardır elektrik kablosu üretilmez. Beyaz eşya üretilmez. Birçok firmamız en büyük ihracatını kablo da ve beyaz eşya da İngiltere’ye yaparlar. Ama hiç bir İngiliz gazetesi “Yahu elektrik kablosunu, buzdolabını, bulaşık makinesini dahi Türkiye’den alıyoruz” diye yalan propaganda ile kitlelere müessir olmaya çalışmaz.

Çünkü İngiliz bilir ki yapacağı bir uçak gemisi imalatı bunların topundan daha kıymetlidir. Ya da bir ABD’li demez ki “neden biz IPHONE’umuzu kendi ülkemizde değil de Çin’de üretiyoruz?” Çünkü bilir ki yazılımı kendindedir ve pahalı işçiliğe hamallığa gerek yoktur, daha ucuz olan ülke de yani Çin’de yapmak makuldür. Ama Enerjisini silah sanayiini kendisi üretir. Katma değeri yüksek teknoloji üretir. Daha basit üretimleri ise ucuz işçiliği olan ülkelere yaptırır.

Şimdi gelelim bu “üretim yapılmıyor” balonuna. Hiç kimse bu ülke de 4x4 lük bir üretim olduğunu iddia etmiyor. Hatta Ülkemizi yöneten siyasi irade ve Liderlik de bu konuda çok sitemkâr ve daha fazla üretmeliyiz diyor. Tamam, daha fazla üretelim de bu “Buğdayı, samanı, kâğıdı vs. bile ithal eder olduk” propagandasına ne diyeceğiz? Bir defa bunu duyan ne anlar? “Türkiye Buğday Üretmiyor” değil mi? Hâlbuki Türkiye belki de son yılların en fazla Buğday üretimini yaptı son yıllarda. Şu an da yıllık üretimimiz yanlış öğrenmediysem 24 Milyon Ton civarında.

Ama Hitler vari, Goebbels vari Propaganda ya göre “Buğdayı bile ithal ediyoruz, biz tarım ülkesiydik 50 sene evvel bile” Yahu 81 milyonluk ülke de, Buğday tüketimini üretimin karşılamıyorsa, bunun eksik kısmını ithal etmenden tabii daha ne olabilir? Buğdayı ihraç da ediyorsun bu arada? Yani hem ithal ediyorsun hem ihraç ediyorsun ve Devlet son zamanlarda un ihracatında kısıtlamalar koydu yanlış hatırlamıyorsam. Belki de tamamen de yasaklanabilir. Bu kez ne diyecekler “efendim ihracatı engelliyor Devlet!” İşte Goebbels vari propaganda budur.

Devamlı yalan söyleyeceksin... Yalan, yalan, yalan en sonunda kitleleri tamamen inandırana kadar. Üretim yapmıyoruz diyen eşhas acaba Türkiye’nin Müdafaa ( Savunma ) sanayiinin yerlilik oranını % 15’den % 65’e çıkarmasını hiç gündeme getiriyorlar mı? Seçimlerde işbirliği yaptıkları partinin Dağ kadrosu teröristlerini yerli üretim İHA ve SİHA’ larla bitirme noktasına geldiğimizden de bahsediyorlar mı? Yok, onlar Samana takmışlar kafayı. Samanı neden ithal ediyormuşuz?

 Ne demiş atalarımız? “Et Tekrar-u Ahsen Velev Kane Yüzseksen” siz tekrar ediniz... Tekrar iyidir velev ki 180 kere de olsa. Tabi atalarımızın, bunu iyi şeylerin tekrarı için söylediklerine inanıyorum. Ama yalan üzerine kurgularda bulunan güçler, bunun tersini yapmaktadırlar. Muvaffak olurlar mı dersiniz? Oldukları dönemler de var, olamadıkları dönemler de? Muvaffak olamamaları sizin karşı propagandanıza kendinizi veya doğruları iyi anlattığınız dönemlerdir. Yani siz de aynısını ama doğruları anlatmak da yapacaksınız...

Kendinizi, doğru işlerinizi sürekli anlatırsanız, ancak o zaman yalan rüzgârlarını tersine çevirirsiniz. Yoksa bu ülke de üretim de olacaktır ve olmuştur tüketim de. İthalat da olur İhracat da. Mühim olan her ikisini de doğru işlerde, doğru tercihlerde yapabilmektir…

 

 

( Neymiş Bakalım Bu Saman İthalatı…

İnternetten yapacağınız küçük bir araştırma ile gerçekleri görmeniz mümkün. Malum medyanın başarılı bir algı operasyonu ile servis ettikleri saman ithalatı haberleri detayları hiçte algılandığı gibi değil. Ülkemiz, hava değişikliği ve üretim modeli değişikliği nedeniyle, piyasayı dengelemek için, birkaç kez saman ithalatı yapmak zorunda kalmış. Bunlardan birinde yaklaşık 5-6 bin ton, diğerinde 9-10 bin ton saman ithal edilmiş. Çok konuşulan saman için, tonu yaklaşık 40 dolardan ortalama ödenen para 350-400 bin dolar civarında.  Saman kafaların günlerdir peşinde koştuğu, bilmeden bıkmadan tekrarladığı bütün saman ithalatı işte bu kadar)

 

Yorum Yazın