Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

Sevr Ölüm Lozan Hayat İse Mondros Nedir?

Bundan tam yüz yıl önce 1918 yılının ortalarına geldiğimizde yani daha Mütareke imzalanmadan (Mondros’u kastediyorum) hatta Temmuz 1918’de Şehzade Veliaht Vahidettin, vefat eden ağabeyi Sultan 5.Mehmet Reşat Efendi’nin yerine Sultan ve Halife olmadan o zamanki adı ile Mustafa Kemal Paşa (Büyük Taarruzdan sonra Gazi, soy ismi kanununun çıktığı 1934’ten sonra ise Atatürk soyadını almıştır) çok güçlü bir asker ve paşa idi...


Bunu nereden anlıyoruz? Mustafa Kemal Paşa’nın Mütareke evveli son vazifesi Filistin Cephesi idi. Nablus’ta 7. Ordu komutanı olan Paşa, buradan geri çekilerek (bunun sebepleri çok tartışılır belki başka bir yazıda ele alabiliriz) Şam ve Halep üzerinden Adana’nın Bahçe kasabasına kadar geri çekilir... Bu esnada, yani 7. Ordunun çekilmesi ile Yıldırım Orduları diye anılan 4 ve 8. Orduları da düşmana (İngiliz’e) yenilir ve 65 bin Osmanlı askerimiz İngilizlere silah ve mühimmat ile rehin düşer. Bu 3.Ordunun başında ise Çanakkale’den tanıdığımız Alman General Liman Von Sanders vardır... Olay tam bir bozgundur... Bugün Osmaniye’ye bağlı bulunan Bahçe kasabasına kadar çekilen Mustafa Kemal Paşa, oradan Padişah Vahidettin Han’a bir telgraf çeker...


Diyeceksiniz ki burada nasıl bir güçlü Paşa var ki üstlerini atlayarak Halife ve Sultan makamındaki sembolik olarak da Osmanlı Orduları Baş Kumandanı olan Vahidettin Han’a telgraf çekme cüretinde bulunabiliyor? Öyle ya! Arada Yıldırım Orduları komutanı var, Sadrazam var, Başkumandan vekili var! vs. var da var! Ama Paşa çok rahat Sultan Vahidettin Han’a telgraf çekebiliyor ve bir de istekte bulunuyor...
 Ekim başlarıdır artık, 1918’in ve Osmanlı son cephelerinden biri olan Filistin ve Şam’da da mağluptur... Paşa telgrafta Sultan’a şunu diyor:  “Sadrazam’ı değiştir, yani Talat Paşa’yı indir ve yerine Ahmet İzzet Paşa’yı getir… Beni de Harbiye Nazırı yapın...”Gücü görüyor musunuz? Sıradan bir ordu komutanı bunu Padişahtan isteyebilir mi? Peki Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahidettin’ e karşı bu cesareti nereden buluyor? Evet, sıkı durun. Mustafa Kemal Paşa ile Vahidettin Han çok samimi iki yol arkadaşıdırlar. Nereden mi? 1917’nin sonları ve 1918’in başlarında Alman İmparatoru Wilhelmy’ e iade-i ziyaretten. Bu iade-i ziyaret Mehmet Reşat Han hasta olduğu için o esnada Veliaht Şehzade olan Vahidettin Efendi’ye düşmüştür. Yanına da yol arkadaşı seçilecektir. Mustafa Kemal Paşa’nın Harp Okulunda Hocası, komutanı ve arkadaşı olan Naci Eldeniz Paşa o esnada Sarayda Mabeyincidir. Vahidettin Han’a İttihatçı olmayan bir yaver, yol arkadaşı lazımdır. O da Mustafa Kemal Paşa’yı tavsiye eder. Paşa, hem geleceği çok parlak bir subaydır; Çanakkale kara savaşlarında başarılı kabul edilmiştir, hem de İttihatçı olmayan bir Paşa olarak bilinmektedir...


Ve yola çıkar Berlin’e giderler... Mustafa Kemal Paşa yolda çok iyi arkadaşlık, yaverlik eder Veliaht Şehzade Vahidettin Efendiye. Şehzade, Paşa’yı çok sevmiştir. Hem o devirde yani Talat Cemal ve Enver’ lerin Osmanlısında İttihatçı olmayan Paşa’yı nereden bulacaksınız? Öyle ya!


 Osmanlı Almanlarla girdiği bu savaşta mağlup duruma düşmüştü ve bunun hakikaten mesulleri de İttihatçı Paşalardı. “Mustafa Kemal Paşa da 31 Mart 1908’de Selanik’ten İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusunda değil miydi? O da İttihatçı sayılmaz mıydı?'' dediğinizi duyar gibiyim... Yok, öyle değil işte. Evet, İttihatçılara ilk zamanlar üye olmuş ve beraber yola çıkmışlardır ama daha sonra yollar ayrılmış ve İttihad Terakki kadrosu onu evvela Trablusgarp’a sonra da Sofya’ya Ateşemiliter olarak sürmüştür... Yani, İttihatçılar Mustafa Kemal Paşa’yı dışlamışlardır. Zaten o da kendini ittihatçı saymamıştır bundan sonra.


İşte Almanlarla işbirliği yapan bu İttihatçı kadro mağlup olunca, onların karşısında olan Mustafa Kemal Paşa gibi az sayıdaki Komutan artık Padişah nezdinde de güçlü ve hatırlı sayılmaktadır. Bir de Vahidettin Han’ın Temmuz 1918’de Padişah olması ile Mustafa Kemal Paşa’nın gücü daha çok artmıştır. Sultan Vahidettin Han bu isteğini yerine getirir. Sadrazamlığa Talat Paşa’nın yerine Ahmet İzzet Paşa’yı getirir. Ancak Ahmet İzzet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırlığı isteğine olumlu bakmaz. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, başka bir istekte bulunur ve yakın arkadaşı Hamidiye Kahramanlarından Rauf Orbay’ı Bahriye Nazırlığına ister... Bu olumlu karşılanır, ve Rauf Orbay kabineye girer.


Sadece bununla da kalmaz ve artık mağlubiyeti kabul etmek mecburiyetinde olan Osmanlı Devleti’nin imzalaması gereken bir mütareke vardır… O mütareke de Limni Adasının Mondros Limanındaki Agamemnon zırhlısında, İngiliz Murahhas Heyet Başkanı Amiral Calthorpe imza için Rauf Orbay’ı bekliyordu. Yalnız, Padişah Vahidettin, Rauf Bey’i Limni Adasına yolcu ederken ona sıkı sıkı bir şey tembih ediyordu: ''Sakın söylediklerimin dışına çıkacak bir Mütarekeyi imzalama! Zorlarsa bırak, çık ve gel.”
 Rauf Orbay önüne gelen bilhassa 7. ve 24.maddeleri görünce ''bu tüm Anadolu ve İstanbul’un  işgali demektir'' deyip imzadan sarfı nazar etmiştir. Bu kez Amiral Caltorphe şahsi kefaletini kullanır ve ''Rauf bey söz. Siz bunu imzalayın ben asla Anadolu’nun işgaline izin vermeyeceğim'' der. Sözlü kefaletin bir işe yaramadığını düşünmeyen ya da düşünemeyen Rauf Orbay, çekine çekine de olsa 30 Ekim 1918’de, Limni Adasının Mondros Limanında Agamemnon  Deniz zırhlısında Mütarekeyi imzalamıştır..
Halbuki 7.Madde çok açıktır. Müttefik kuvvetler gerekli gördükleri her yeri işgal edebilirlerdi. Öyle de oldu!


13 Kasım 1918’de İtilaf donanmalarına mensup bir filo, ateşkesin 1. maddesi uyarınca Çanakkale ve İstanbul boğazlarındaki askeri tesisleri işgal etti. Aralık 1918 ve Ocak 1919 aylarında Fransız ve İngiliz birlikleri, 10. ve 16. maddeler uyarınca Antakya, İskenderun, Adana, Tarsus, Kilis ve Antep’e girdiler. 11-26 Kasım tarihleri arasında Türk ordusu Batum, Ardahan, Ahiska ve Kars’ı tahliye etti. Bu yerlerde Türk direniş örgütlerinin denetiminde milli şura hükümetleri kuruldu. İtalya, Fransızların Kilikya (Adana) bölgesine girmesinin kendi çıkarlarına yönelik bir tehdit sayarak protesto etti. 22 Mart 1919’da antlaşmanın 7. maddesini gerekçe göstererek tek taraflı olarak Antalya’yı işgal etti. Bu olay Paris’teki barış konferansında diplomatik bir krize yol açtı. Nisan ayında İtalya bir ay süreyle barış konferansını terk etti. Bu olay dışında antlaşmanın ilk altı ayı önemli gerilimler olmadan geçti.


İstanbul’daki İtilaf temsilcileri ile Türk hükümeti arasındaki en ciddi sorunlar, eski İttihat ve Terakki yöneticilerinin savaş ve tehcir suçları nedeniyle yargılanması ve tutuklanması konumunda doğdu. Antlaşmanın süreci sessizlik içinde sürerken, Mayıs 1919 yılında Paris Barış Konferansı, Mondros’ta verilmiş olan söz, yani Yunanlıların antlaşmaya dahil edilmemesi hükmü çiğnenmiş ve Yunanlıların İzmir’i işgaline karar verilmiştir. Aynı günlerde Osmanlı devletinin birçok köşesi İtilaf devletleri tarafından işgal edildi. Öncelikle Kars ve Batum’daki Milli Şura Hükümetleri, İngilizler tarafından dağıtıldı. Aynı günlerde açıklanması beklenen barış antlaşması belirsiz bir tarihe ertelendi. Daha önceki dönemlerde Anadolu üzerinde birçok emelleri ve oyunları olan Avrupa devletlerinin bu işgalci ve işgalci tavrı kamuoyunu şaşırtmamış; fakat aksine Anadolu’da eşi benzeri görülmeyen bir Kurtuluş Savaşı’nın da fitilini ateşlemiştir.


Şimdi tüm bunları neden anlattım... Bahsi geçen işgaller hep 30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesini Müteakiben gerçekleşmiştir. Yani, İstanbul’un İngilizlerce, Anadolu’muzun da Fransız, İtalyan, Ermeniler ve 15 Mayıs 1919 dan itibaren de Yunanlılar tarafından İşgalleri hep Mondros Mütarekesinin 7. ve 24 . maddeleri sebebi ile gerçekleşti...


Yazımızın başlığında da belirttiğim üzere Sevr ( 10 ağustos 1920 de Proje olarak kalmış bir tekliftir. Asla Vahidettin veya Meşruti Meclis hatta hatta Damat Ferit Paşa tarafından dahi imzalanmamış bir tekliftir... Bir antlaşma Muahedename değildir


Alt komisyonlarca imzaya açılmış bu teklif meşru hükümet parlamento tarafından imza edilmemiştir… Zaten, Sevr 10 Ağustos 1920’de mevzu edinilmiş, Meclisi Mebusan ise 16 Mart 1920’de İngilizlerin basması sebebi ile lağvolmuş ve bir daha da  toplanmamıştır... Yani Sevr’i imzalayacak bir Osmanlı Parlamentosu yoktu ki Padişahın önüne gelsin de imzalasın...


Sultan Vahidettin Sevr’i hiç bir zaman imzalamamıştır... Sevr’i ölüm, Lozan’ı hayat gösterenler (24 Temmuz 1923) ki birbiri ile hiç alakası yoktur...Birinde mağlup, bir halde diğerinde ise galip bir şekilde düşmanla masaya oturulmuştur. Sevr mi? Lozan mı? Diyerek ölümü gösterip sıtmaya razı olanlara şunu sorsak: “Mondros’u nereye koyacaksınız?” Mondros, üstelik Meclis-i Mebusan tarafından da kabul edilmiştir! İstiklal Harbi de bundan sonra başlamıştır...

 

Yorum Yazın