Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Ülkedeki değişimi muhafazakârlara borçluyuz

İttihat Terakki rejiminin hedefinde bugün AK Parti’yi doğuran dindar muhafazakâr kesim vardı. İnançları, insanlık değerleri, ibadethaneleri, vakıfları, hakları, hukukları, özgürlükleri gasp edilen dindarlar, yetmezmiş gibi insanlık tarihinde eşine az rastlanır bir uygulama ve dayatmayla büyük bir anadil kıyımına da maruz bırakıldılar.

Yıllardır, darbelerle, hukuksuzluklarla en temel insan haklarından mahrum bırakılan dindar muhafazakâr kesim bu noktada büyük bedeller ödedi.

Bu vetirede ciddi edebi eserler üretemedi, sinema sektöründe var olamadı, sanat dünyasında varlık gösteremedi, ciddi akademik çalışmalara dahi fırsat bulamadı. Felsefeye, şiire, edebiyata ayıracak fazla da zamanları olmadı.

Yüzyıldır operasyon geçiren, yıllarını başörtüsü mücadelesine harcayan, irticacı, şeriatçı, suçlamalarına maruz bırakılarak sürekli aşağılanan, ötekileştirilen, muhafazakâr dindarlar halkın teveccühünü kazanıp hükümet kursalar bile muktedir olamadılar.

Dolayısıyla kültürel, siyasi ve ekonomik alanlarda oluşan iktidar boşluğu sol-sosyalist, Kemalist ve liberal zihniyetle doldurulmaya çalışıldı. Bu kesim ise derinliği olmayan, üstelik çalıntı, gündelik kuru bilgi kırıntılarını bize kültür, siyaset, sanat, bilim ve demokrasi olarak yutturmaya çalıştı.

Oysa Müslümanlar tarihsel bir derinliği olan, ilim-amel dengesini tutturan, insan ve değerlerini öne çeken bir kültür birikimine sahiptiler. Geleceği inşa etme amaçlı geçmişle kurulan bağlantı, ilim irfan geleneğine sahip çıkma, dünya ölçeğinde geniş bir vizyona sahip olma ve son yıllarda kazanılan özgüven, Erdoğan’ın siyaset sahnesine adım atmasıyla birlikte hayat bulmaya başladı.

İlahi tabi süreç, hayatın akışı ve zamansal dönüşüm de denilen bu vetirede muhafazakâr dindar kesim tarihle aralarında açılan mesafeyi gittikçe kapattı.Kapattıkça daha da özgürleşti ve ötekine olan önyargılar da kırıldı. Herkesin hak ve hukukunu sahiplenen yeni bir sosyoloji oluştu.

AK Parti tabanını oluşturan bu çekirdek kadro sanılan aksine varlığını liberal ideolojiye ve aydınlarına, Etyen Mahçupyan gibi tiplere borçlu değildi.

Bu hakikatte, ontolojisi olmayan, bilgiyi amaç edinen ve kendi hakikatlerini dünyaya hâkim kılmak isteyen, kişiyi nesneleştiren, araçsallaştıran pozitivist düşüncenin karşısında; nereli ve kim olduğunun idrakine varan/hatırlayan, hafıza tazeleyen, mekânla derinlikli bir temas kuran ve bunu da Erdoğan’la birlikte biraz da yolda inşa eden, içinde insan, ahlak, vicdan, erdem barındıran kadim düşüncenin yeniden canlanmasıdır.

Meselelere daha geniş bir pencereden baktıkça, tasavvur dünyamız genişledikçe bu durum bir İttihat Terakki okulu olan CHP dünyasında ciddi bir hazımsızlık yarattı.

Bu gelişimi kendi eseri olarak gören entelektüel kesim(!) büyük bir kibirle AK Parti tabanını aşağılamaya, hakir görmeye, az akıllı, derinliksiz, çiğ hatta amigo kümesi olarak değerlendirmeye başladı.

Biz olmasaydık, entelektüel seviyesi düşük AK Parti camiası demokratik reformlar yapamayacaktı algısını ürettiler.

Bugün toplumsal gerçeklikten uzak, kendine münhasır sosyolojisiyle, büyük kültür birikimine sahip olan bu topraklara yabancı ithal bir ideolojinin tahakkümü altındayız.  Bu coğrafyada yaşanan her toplumsal kırılmada ciddi savrulmalar yaşayan, tutarlı olmayan, ezber teorilerle günü kurtarmaya çalışan, içe kapalı dar, vizyonsuz ve en önemlisi de bu toprakların yetiştirdiği ilim irfan sahibi âlimleriyle henüz temas kuramayan, kurmayı da düşünmeyen bir kesim var karşımızda.

Buna rağmen biz olmasaydık bu ülkede demokrasi gelişmeyecekti duygusuna sahipler… Bu her şeyden evvel yüzyıldır bedel ödeyen ve bedel öderken kendini bulan, özgürleşen/özgürleştiren, herkesin hak ve hukukunu sahiplenen, medeniyetiyle irtibat kuran AK Parti tabanına yapılmış büyük bir haksızlıktır.

Kimse bu kaliteli insanları yok sayamaz. Kimse onları Erdoğan yalakası olarak görüp aşağılama hakkına sahip değildir.

Bir ara Halil Berktay’ın ifade ettiği gibi “ultra-sahiplenme” ve başka herkesi karalayıp öteleme, “gerçek devrimci sadece biziz” deme adına ne bir faaliyet yürütülüyor ne de böyle bir anlayış hâkim. Buradaki sahiplenme; kristal berraklığında bir zihne sahip, çelikten bir iradesi olan Erdoğan’a dönük değil. Çünkü Erdoğan ne Türkiye’nin Stalin’i ne de Hitler’idir!

Sahiplenme, sahip çıkma gerçekte Erdoğan nezdinde tarihtir, ülkedir, bağımsızlıktır.  Çünkü Kemal Tahir’in ifadesiyle; kendi tarihiyle muhatap olan ülkesine ihanet edemez. Tam tersi bir misyon yüklenir.  Bu omuzlarda taşınması gereken ağır bir sorumluluktur.

Eğer birilerine kalitesizlik ya da yalakalık atfedeceksek bu sorumluluktan kaçanlara olmalıdır. AKP’li ya da AK Parti’li ne fark eder, kim bu tarihi sorumluğu taşıma zahmetinden kaçıyor ve bu yükü kendisi taşıyormuş gibi yaparak ucuz işlerin peşinden gidiyorsa o kalitesizdir, sahtedir, yalakadır, ahlaksız, vicdansız ve değersiz biridir.

Ne var ki bu çokbilmiş, egosu tavan yapmış, 3-5 tane batı filozofu okuyarak tepeden bakmaya alışmış/alıştırılmış kibirli, şahsiyetsiz insanlar, kendi gibi düşünmeyen diğerlerini sırf medeniyet perspektifli bir ülke vizyonuna sahip olduklarından ötürü küçümsüyorlar.

BugünErdoğan nezdinde bir vizyona sahip olmak yalakalık ve akılsızlık olarak servis ediliyor.Asıl kızgınlıkları ise deşifre olmalarından ve maskelerinin düşmesinden kaynaklanmaktadır.

Türkiye’de yeni sosyolojiyle birlikte yeni bir siyasi ufkun geliştiğini düşünüyorum. Bu siyasi ufka mensubiyet duyanın artık etnik kimliğine, diline, inancına, mezhebine bakılmıyor. Yerli ve milli duruş sergileyen insanların, ülkemizin bağımsız, güçlü ve zengin bir ülke olması yönünde ortak bir amacı var.

Ve ben inanıyorum ki bu amacı kimse ortadan kaldıramayacak…

Yorum Yazın