Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Vermeyince Mabud, Neylesin Sultan Mahmud!

Rivayet odur ki; Sultan Mahmut bir gün tebdili kıyafet dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Oradaki insanların “Tıkandı baba, çay getir” demeleri Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.

“Hele baba anlat bakalım, nedir bu tıkandı baba meselesi? “ demiş.

Tıkandı baba, başlamış anlatmaya;

“Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. Benimki de onlarınki kadar aksın" diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.

 Bu sefer içimden; onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken bir ses bana; ‘Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık’, dedi. O gün bu gün adım ‘Tıkandı baba’ ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz."

 Tıkandı Baba'nın anlattıkları Sultan Mahmut'u etkilemiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına;

“Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz, her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” diyerek talimat vermiş.

 Ertesi günü bir tepsi baklava Tıkandı Baba’ya takdim edilmiş. Baklavayı almış, bakmış baklava nefis. "Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış, evin yolunu tutmuş. Yolda giderken; "Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim" demiş ve işlek bir yol kenarına geçip baklavayı o esnada yoldan geçen bir Yahudi’ye satmış.

 Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın. Ertesi akşam Yahudi “acaba yine gelir mi” diye aynı yere geçip başlamış beklemeye.

Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi;

“Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş.

Tıkandı baba da;

“Peki, demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış.”

Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut;

“Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım, deyip Tıkandı Baba’nınyanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın.

Sultan;

“Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi mi?”

“Geldi sultanım”

“Peki, ne yaptın sen o kadar baklavayı?”

“Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.”

Sultan, tebessüm etmiş. “Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.

“Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır, küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek.

Sultan demiş;

“Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış.

“Alın bu adamı Üsküdar'ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş. Padişahın adamları "peki" deyip adamı alıp Üsküdar'a götürmüşler.

“Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım” demişler.

“Niçin?”

“Hele sen bir beğen bakalım.” Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.

“Ne olacak şimdi” demiş.

“Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş.

Taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Hikaye böyle son bulur. Neticede kısmetsiz, bir türlü işi rast gitmeyen bir adammış.

Sultan Mahmut’un o meşhur sözü de buradan gelir. “Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud!” demiş. Eh, Allah var sultan da çok gayret etmiş.

 Bu hikâyeyi ne zaman dinlesem aklıma Kılıçdaroğlu gelir. Geçenlerde; “Başarılı siyasetçi yetiştirme konusunda beceriksiz bir toplumuz” diyerek biraz da kendini tarif etmişti.

9 yılda 9 seçim kaybeden bir siyasetçi düşünün. Her seçim öncesi; “Başaramazsam giderim” türünden laflar eden ama her yenilgi sonrası hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eden bir siyasetçi…

Ülkede ne eksik?  Dünyanın en adil ve katılımı en yüksek olan seçimleri bizde yapılır. İfade özgürlüğü var. Demokrasi var. Her parti özgürce seçime katılıp, propagandasını yapabiliyor.

Kılıçdaroğlu’nun da gazetesi, TV'si, STK’sı, teşkilatları, iş çevresi, iç ve dış çevresi, yazarı, sanatçısı vs. ne ararsanız hepsi var. Eksik olan tek şey; bir türlü seçim kazanamaması. Tuhaf değil mi? Önüne gelen her fırsatı, Yahudi’ye mal satan bahtsız fakir misali kaçıran bu adam her defasında kaldırdığı taşı da kendi kafasına indiriyor.

Yüzde yirmilik dar bir kitleye siyaset yapan bu çapsız ve bahtsız adama diyecek fazla sözümüz yok. İnsan biraz da bahtını kendi belirler. Ancak Rabb’im vermeyince de olmuyor işte.

Bir ara kendine oy bile kullanamamıştı. Ülkede her türlü imkân sunulsa da benim bildiğim Kılıçdaroğlu becerip de seçim kazanamaz. Akıl büyük sermaye. Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmut. Daha nice dokuz yıllara Kılıçdaroğlu…

Yorum Yazın