Mustafa ARMAĞAN

Mustafa ARMAĞAN

Mail: marmagan1@hotmail.com

Yunan Kralının Adını Çocuklarımıza Neden Veriyoruz?

1931-32 yılları dil ve tarihe dair ideolojik zorlamaların iyiden iyiye yoğunlaştığı yıllardır. Türk dil ve tarih tezleri aynı yıllarda pişirilecektir. Ancak aynı derecede önemli olan coğrafya çalışmaları için nedense bir 10 yıl daha beklenmesi gerekmiştir.

İlk Coğrafya Kongresi’nin 1941 yılında Hasan Âli Yücel’in Maarif Vekilliği (Eğitim Bakanlığı) döneminde gerçekleştirilebilmiş olması, coğrafyanın, daha doğrusu “vatan” kavramının şekillenmesinin Cumhuriyet yöneticilerinin zihinlerinde biraz vakit aldığını, imparatorluktan ulus-devlete geçilirken bazı tereddüt ve bocalamalar yaşadıklarını gösterir. Kongrenin Hatay’ın anavatana ilhakından sadece iki yıl sonra akdedilmiş olması ilginçtir. O güne kadar ihmal edilen Türkiye’nin coğrafî bölgelere ayrılması meselesi de, 1. Coğrafya Kongresi’nin ana gündem maddeleri arasında yer almıştı.

Coğrafya Kongresi’nde İbrahim Akyol, Besim Darkot, Herbert Louis ve Hamit Sadi Selen adlı profesörlerin teklifiyle Türkiye yedi coğrafi bölgeye ayrılacaktı. Buna göre denizlere doğru açılan cepheler komşu denizlere göre, iç kısımlar ise Anadolu’nun yönlerine göre adlandırılacaktır. Bir başka deyişle bölümlendirmede fizikî coğrafya esas alınmıştır.

Faik Sabri Duran’ın 1938 tarihli Orta III Coğrafya adlı ders kitabındaki bölümlendirmesinde bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun “Şark Yaylası”, Orta Anadolu’nun ise “Merkez Yaylası”, bugün Ege Bölgesi dediğimiz yerin ise “Adalar Denizi Bölgesi” olarak adlandırılması gibi aykırı örneklere rastlanıyor, coğrafyacılar arasında bir türlü fikir birliği kurulamıyordu. İlk defa Coğrafya Kongresi’ndedir ki, coğrafi bölgelerin sınır ve isimlerinin belirlendiğini görebiliyoruz.[1]

Ege 1941'e kadar ADALAR DENİZİ idi. 1941 şubatında yayınladığı Avrupa haritasında Osmanlı'yı hatırlatan Adalar Denizi tanımını kullanan Cumhuriyet gazetesi acaba bundan ne zaman çark etti? 16 Şubat 1941 Cumhuriyet

Ege 1941'e kadar ADALAR DENİZİ idi. 1941 şubatında yayınladığı Avrupa haritasında Osmanlı'yı hatırlatan Adalar Denizi tanımını kullanan Cumhuriyet gazetesi acaba bundan ne zaman çark etti? - 16 Şubat 1941 Cumhuriyet

 

Ne var ki bugün kullanmakta olduğumuz haritalardaki coğrafî bölgelerin sınırlarının çizilmesine itiraz eden uzmanların bulunduğunu da unutmamak lazım. Mesela Cevad Gürsoy adlı coğrafya doktoru 1957 yılında yazdığı makalede Karadeniz Bölgesi ile Doğu Anadolu bölgeleri arasındaki sınırın da, Orta ve Batı Karadeniz sınırının da hatalı çizildiğini savunmuştur. Ayrıca Akdeniz ile Güneydoğu Anadolu’yu ayıran sınırın dahi hatalı olduğunu, bu sınırın Fırat nehrine kadar uzatılmasının uygun olduğunu, bu nedenle Gaziantep platosunun da Akdeniz bölgesine dahil edilmesi gerektiğini savunmuştur.

Çocukluğumun ilk yıllarını geçirdiğim Gaziantep hakkında söylediklerini sizinle paylaşmak istiyorum Prof. Gürsoy’un:

“Beşeri ve iktisadi coğrafya bakımından Gaziantep ve çevresi, Akdeniz mıntıkasıyla ve özellikle Adana bölgesiyle yakından alakadardır. Adana ve Hatay çevrelerinin, Türkiye ortalamasının üstünde yoğunluk gösteren sık nüfuslu sahası, oldukça kütlevî bir vaziyette Fırat’a doğru uzanmaktadır. Gaziantep çevresi, Gâvur Dağı’nın kuzeydoğuya doğru devam eden yoğunluk sahasıyla irtibat halindedir. Bundan başka Gaziantep platosu, Fırat’ın doğusundaki sahalara nazaran bol yağışlarıyla Akdeniz mıntıkasına daha fazla yakınlık göstermektedir.”[2]

Hakikaten Gaziantep neden Güneydoğu Anadolu bölgesindedir? Bunun fizikî coğrafya açısından tatminkâr bir açıklaması yoktur. Zira Akdeniz iklim yapısı Fırat nehrine kadar pekala devam etmektedir.

Oysa bu mesele, Osmanlı döneminde “Cezire-i Ulyâ” denilerek ve Fırat’a kadarki bölge Akdeniz bölgesi içine alınarak çoktan halledilmiş bulunuyordu. Aslında bu noktada Osmanlı’yı taklit etsek mesele kalmayacaktı.

Buna, aynı kongreden sonra neredeyse norm haline gelen Ege Denizi ve Ege Bölgesi terimlerini de ilave edebiliriz. Bu iki yeni isimden sonra yaygınlaşan “Ege” adını çocuklarımızda görmek şaşırtıcı olmaktan çıkmıştır.

Aklım Ege’de kaldı

Peki Ege kelimesi nereden gelmektedir?

Prof. Bilge Umar’ın Türkiye’deki Tarihsel Adlar adlı sözlüğüne bakılırsa Ege Denizi’nin ilkçağ Helenleri (Yunanları) tarafından kullanılan adıymış (aslı: Aigaion Pelagos). Bu ad nereden geliyormuş? diye bakınca “Ege Denizi adına köken ve açıklama getirilmek için uydurulmuş destan kişisi Aigeus’un adı”[3] çıkıyor karşımıza.

O zaman merak katsayımız artıyor ister istemez ve soruyoruz: Bu ismi var, cismi yok, düpedüz uydurma adamın ismini mi kullanıyoruz yoksa bir coğrafî bölgemizde?

Peki kimmiş bu Ege, nam-ı diğer Aigeus? Onun cevabına da yarım asırlık bir Mitoloji Sözlüğü’nün tozlu sayfaları arasında rastlıyoruz:

Aigeus efsaneye göre Atina Kralı Pandion’un oğluymuş. Oğlu Theseus bir canavarı yenmek üzere Girit’e gider. Aralarında anlaşırlar. Buna göre eğer oğlu zaferle dönerse teknesine beyaz yelken çekecektir. Babası kıyıda beklemektedir ama her nedense beyaz yelken çekmeyi unutur oğlu Theseus. Siyah yelkenle döndüğünü görünce yenildiğine hükmeden kral baba Aigeus, yani Ege de kendini denize atarak intihar eder. Bu sebeple onun intihar ettiği denize Ege ismi verilir.[4]

Yanisi şu ki, Piri Reis’in haritasından beri bildiğimiz Adalar Denizi ismini Yunan Kralı Aigeus’un ismine resmen feda etmişiz.

Ne işimiz var bizim Yunan Kralının ismiyle? Bir Yunan Kralının ismini neden hem taş gibi Türkçe olan Adalar Denizi isminin, hem Batı Anadolu bölgesinin yerine, hem de çocuklarımıza vermekte beis görmüyoruz?

Bu kötülüğü bize layık gören 1941 Coğrafya Kongresi devrinde palazlanan Yunanperestliği reddediyor ve atalarımızın coğrafyamıza koyduğu isimlere geri dönelim diyoruz. Çok şey mi istiyoruz yoksa?

Vaktiyle ‘Haritalar nasıl yalan söyler?’ diye sormuştum. Sezgi Durgun’un Memalik-i Şahane’den Vatan’a adlı kitabını okuduktan sonra artık ‘Coğrafyacılar nasıl yalan söyler?’ diye sormamız gerektiğini düşünüyorum.

Ey ehl-i vatan, yeter uyuduğun! Uyan ve ayağa kalk.

 

 

 

[1] Geniş bilgi için bkz. Sezgi Durgun, Memalik-i Şahane’den Vatan’a, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011,

[2] Cevad R. Gürsoy, “Türkiye’nin coğrafi taksimatında yapılması icabeden bazı tashihler”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Sayı 1-3, 1957, s. 219-239.

[3] Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar¸ İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 29-30.

[4] Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1978, s. 19-20.

Makale Yorumları

  • HANDAN05-06-2024 10:44

    Çelişkilerle , tutarsızlıklarla dolu bir ülkede yaşıyoruz. Sürekli şaşırıp, hayretler içerisinde kalıyoruz. Tanzimat’tan bu yana şaşırtmacalar devam ediyor ve güvendiğimiz dağlara sürekli kar yağıyor. Müslüman ülkeyiz fakat çocuklarımıza Yunan Kralının ismini veriyoruz.Başörtülü ve çarşaflı bayanları hor görüyoruz. Haritalarımız yalan söylüyor . Coğrafyacılarımız yalan söylüyor. Tarihimiz aldatıyor.Ayşeler, Fatmalar, Aliler Marialara, Hanslara yakışan rolü oynuyor. Sürekli Avrupa’ya yetişmeye çalışıyoruz. Sürekli Batıya özeniyoruz . Bir biz olamıyoruz.Nasıl mı bu hale geldik ? Yüzyıllardır “laiklik elden gidiyor,irtica hortladı “ diye çığlıklar atıyoruz.Telaşlanmayın laikliğiniz hiçbir yere gitmiyor. Fakat dürüstlük, ahlak, hakikat, değerlerimiz almış başını gidiyor. Televizyon kanallarımız, gazetelerimiz , dizilerimiz hangisi geleneksel kültürümüzden bir iz taşıyor? Ahlaksızlıklar diz boyu! Fakat unutmayın ki dünümüz bugünümüzden daha zordu. Bu sebeple bunların aşılabileceğine dair umudum ve mücadelem devam ediyor. Dediğiniz gibi “yeter artık uyuduğunuz uyan ve ayağa kalk.” Zafere katkıda bulunmanın tek çaresi önce sabır, sebat, fedakarlık ve kendimizi eğitmektir. Türkiye diniyle barışmalı sonra tarihiyle hesaplaşmalıdır. Böylece ruhumuzu, vicdanımızı, zihnimizi ve imanımızı bağlayan zincirleri kırabiliriz.Bediüzzaman’ın dediği gibi : “Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Diriliş cehdine sarılanlara selam olsun diyorum.Yüreğinize sağlık, kaleminize bereket hocam.

Yorum Yazın