Avrupa’nın İki Dişi Aslanı
23 Mayıs 2025, Cuma 07:48 63 kez okundu.Avrupa’nın İki Dişi Aslanı: Muhafazakâr Uyanış Çağında Giorgia Meloni ve Alice Weidel- Kısım 1
Siyasi parçalanmanın, yükselen popülizmin ve liberal uluslararasıcılığa karşı artan şüpheciliğin damga vurduğu bir çağda, iki kadın Avrupa’nın muhafazakâr yeniden doğuşunun beklenmedik ama etkileyici yüzleri olarak öne çıktı: İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Almanya’nın Alternative für Deutschland (AfD) partisinin eş lideri Alice Weidel.
Bu iki kadın, geleneksel feminist figürlerden oldukça farklı bir çizgide duruyor. Siyasi sahnede kendilerini güçlenme ya da eşitlik söylemleriyle değil; ulusal kimlik, kültürel değerler ve egemenlik vurgusuyla var ediyorlar. Kadın liderler olarak onların temsil ettiği liderlik biçimi; gelenekçilik, milliyetçilik ve küreselleşme karşıtı duruş gibi değerlerle şekillenen, yeni ve dikkat çekici bir muhafazakârlığı yansıtıyor.
Meloni, Orta Doğu’da kazandığı diplomatik ivme ve İtalya’yı Avrupa ile Küresel Güney arasında stratejik bir köprüye dönüştürme çabalarıyla uluslararası arenada dikkat çeken bir lider haline geldi. Öte yandan, Weidel daha çok Almanya iç siyasetinde etkisini artıran sert ve kararlı bir figür olarak öne çıkıyor. AfD, ülkede giderek derinleşen toplumsal huzursuzluk, ekonomik belirsizlik ve siyasi yorgunluk gibi dinamikler üzerinden tabanını genişletmeye devam ediyor.
Pek çok açıdan, bu iki kadın değişen Avrupa ormanının iki güçlü dişi aslanı gibi karşımıza çıkıyor. Etkileri sadece söyledikleriyle sınırlı değil; varlıkları, yerleşik toplumsal cinsiyet rolleri ve ideolojik beklentilere doğrudan bir meydan okumayı temsil ediyor.
Eğitimleri, Kariyer Yolları ve Liderliğe Yükselişleri
– Roma’nın Sağ Köklerinden Yükselen Bir Ses –
Giorgia Meloni’nin siyasi yolculuğu oldukça erken başladı. 1977’de Roma’da doğan Meloni, genç yaşta siyasete adım attı. İlk olarak, faşizm sonrası dönemde kurulan ve zamanla Ulusal İttifak’a (Alleanza Nazionale) evrilen İtalyan Sosyal Hareketi’nin (MSI) gençlik kollarında aktif oldu. Gazetecilik yaptı, etkili iletişim becerileri ve sert siyasi söylemleriyle tanındı; bu sayede kamuoyunda kısa sürede dikkat çekti.
Meloni, 29 yaşında Temsilciler Meclisi’ne seçildi ve ardından Silvio Berlusconi hükümetinde Gençlik Bakanı olarak görev yaptı. 2012 yılında, birçoklarının marjinal olarak nitelediği küçük bir milliyetçi parti olan İtalya’nın Kardeşleri’ni (Fratelli d’Italia) kurdu. Ancak bu parti, Meloni’nin stratejik liderliği altında on yıl içinde ülkenin en büyük siyasi gücüne dönüştü. Ve nihayet Ekim 2022’de, Meloni, İtalya’nın ilk kadın başbakanı olarak tarihe geçti; kurduğu sağ koalisyon Avrupa’daki merkez siyaseti adeta sarsarak iktidara ulaştı.
Meloni’nin yükselişi, elit kurumlar ya da geleneksel siyasi ağlar sayesinde olmadı. Aksine, bu başarı ideolojik tutarlılık, tabana dayalı örgütlenme ve İtalya’nın muhafazakâr seçmeniyle kurduğu güçlü bağ sayesinde gerçekleşti.
-Demir Gülümsemenin Ardındaki Ekonomist-
Buna karşılık Alice Weidel, Almanya’nın finans ve akademi elitlerinden gelen bir isim. 1979 yılında Gütersloh kentinde doğan Weidel, Bayreuth Üniversitesi’nde ekonomi doktorası yaptı; akademik çalışmalarında uluslararası kalkınma konusuna odaklandı. Ardından Goldman Sachs’ta çalıştı ve daha sonra bankacılık ve teknoloji sektörlerinde, Çin’deki görevleri de dahil olmak üzere, üst düzey pozisyonlar üstlendi.
Weidel, 2013 yılında henüz yeni kurulmuş olan Almanya için Alternatif (AfD) partisine katıldı. Başlangıçta yalnızca avro karşıtlığı temelli bir hareket olan parti, zamanla daha geniş kapsamlı bir popülist harekete dönüştü. 2017 yılında ise Weidel, federal seçimlerde eş başbakan adayı olarak gösterildi ve kısa sürede Almanya sağının en tanınan figürlerinden biri haline geldi.
Simgesel Güç: Kadın Liderlik, Kimlik ve Muhafazakârlık
Uzun süredir erkek seslerinin egemen olduğu siyasi sahnede, Giorgia Meloni ve Alice Weidel’in yükselişi inkâr edilemez derecede dikkat çekici. Ancak onları asıl ilginç kılan, liderlik tarzlarının geleneksel feminist anlatılara meydan okuması. Bu iki kadın, ne cinsiyet kotası ne de eşitlik yasaları için kampanya yürüten figürler. Aksine, siyasetteki alanlarını; geleneksel değerleri, ulusal kimliği ve kültürel muhafazakârlığı sahiplenerek – hatta çoğu zaman savunarak – kazanmış durumdalar.
Meloni, sıkça anne, Hristiyan ve vatansever kimliklerini vurguluyor; kendini bir feminist ikon olarak değil, İtalya’nın kültürel ruhunun koruyucusu olarak konumlandırıyor. Konuşmalarında aile, inanç ve miras temalarına yer veriyor; liberalizmin ve kimlik siyasalarının aşırılıkları karşısında yabancılaşmış hisseden seçmenlere hitap ediyor. Onun dili bir “özgürleşme” dili değil, bir “yeniden inşa” ve “koruma” dili.
Weidel ise partisinin içinde başlı başına bir paradoks. Eşcinsel olduğunu açıkça beyan eden bir kadın olarak, sık sık homofobik söylemlerle ve göçmen karşıtı tutumlarla eleştirilen bir partide yer alıyor. Bu durum, modern sağ popülizmin ne denli çelişkili ve çok katmanlı bir yapıya sahip olduğunu gözler önüne seriyor. Weidel’in varlığı stratejik: yüksek eğitimli, ekonomik konulara hâkim ve disiplinli bir figür olarak, AfD’nin kamuoyundaki imajını yumuşatırken, partinin ulusal egemenlik, ekonomik sorumluluk ve AB otoritelerine karşı şüphecilik gibi temel mesajlarını da güçlendiriyor.
Meloni ve Weidel’i birleştiren yalnızca ideolojileri değil, aynı zamanda taşıdıkları simgesel kırılma gücü. Erkek egemenliğinin norm olduğu alanlarda liderlik ediyorlar. Sisteme karşı çıkmakla kalmıyor; onu kendi kurallarıyla oynayarak, güç, strateji ve liderliği seçmenler nezdinde yeniden tanımlıyorlar.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum