Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Darbeyle Gelen 145 Yıllık Demokrasi!

İmamoğlu hemen her açıklamasında “145 yıllık demokrasi mücadelesinden” bahsediyor. Geçenlerde konuyla ilgili bir paylaşım yapmıştım. Bu yazıda meseleyi biraz açalım. Bakalım neymiş bu 145 yıllık demokrasi mücadelesi?

Öyle ki bir darbe kalkışması olan Gezi olaylarının patlak verdiği günlerde, Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) “Psikiyatri Gezi Direnişini Konuşuyor” başlıklı bir sayı çıkarmış ve orada da ilginç bir biçimde tarihi bir vurgu yapılmıştı.

Bir yazıda; “Önce terimlerde anlaşalım. Söz konusu olan bir ayaklanma veya başkaldırıdır. Hükümet istifa ettiği an, olup bitenler retrospektif, yani geriye dönük bir bakışla devrim olarak nitelenmeyi hak edecektir. O zaman yaşadığımız toprakların görüp görebileceği en büyük hadise gerçekleşmiş olacaktır.

‘Jöntürk’, Gençtürk demektir, dünyanın bütün dillerine Türkçe tarafından hediye edilmiş bir tabirdir. Padişahı kulağından tutup aşağı indirmiş bir halkın, genç aydınlarına, ecnebilerin duyduğu hayranlığı dile getirir” denilerek İmamoğlu’nun 145 yıllık demokrasi mücadelesi mevzubahis ediliyordu.

Şimdi 145 yıl öncesine gidelim.

Mason Mithat Paşa, Batı aşığı tam bir İngiliz hayranıydı. 1876 darbesinin sivil ayağını oluşturan aktörlerin başında gelmekteydi. Âlem onun kadar kinci, sinsi, kurnaz bir fırıldak görmedi. Kaldı ki Abdülhamid Han onun için “Bilgisiz, liberallerin önderi, İngilizlerin kulu” demişti.

Bir diğeri de millete vatan şairi diye yutturulan Namık Kemal. Vatan Yahut Silistre piyesine eklediği “Millete eyler misiniz namurad” sözünden de anlaşılacağı gibi güya Abdülaziz istibdadına karşı Mason üyesi yaptıkları Veliaht Murad’ı getireceklerdi.

Piyesin, 1 Nisan 1873 yılında Güllü Agop’un Gedik Paşa Tiyatrosu’nda sahneye konulmasının yegâne nedeni; Gezi öncesi sahneye sürülen adı “Mi Mimör” olan bir tiyatro oyununda da olduğu gibi darbe öncesi oluşturulmak istenen bir psikolojik harekâttı.

Kısacası piyesin amacı halkı vatan, millet, özgürlük gibi kavramlarla kışkırtmaktı. Ne yaman bir demokrasi mücadelesi yürütülüyordu o yıllar! Örneğin Tevfik Fikret ve beraberindeki 89 kişi Beyoğlu’ndaki İngiliz sefaretnamesine gidip İngilizler lehine gönüllü asker yazılmak için sıraya girmişlerdi!

Yine başka bir demokrasi aşığı tayfa Sirkeci İstasyonu'nda karşıladıkları İngiliz elçisinin arabasını atlara çektirmek yerine bizzat kendileri çekmişlerdi. Bunu gören Almanlar “aynısını biz de istiyoruz” dediler.

Ülkeye demokrasi ve özgülük gelsin diyorlardı! Yani “Osmanlı küresel sisteme köle olsun” demekti bu.

10 Mayıs 1876 yılında darbenin sivil ayağı İstanbul sokaklarını hareketlendirmeye karar verdi. Fatih, Süleymaniye, Beyazıt Medrese öğrencileri sokağa dökülerek yürüyüşe geçti. Öğrenci hareketlerini yöneten kişi ise imam kılığına giren Ziya Paşa idi.

Bu arada dış basın Abdülaziz aleyhine yayınlar yapmaya başladı. Örneğin Fransız Gazetesi La Journal des Debats 10 Mayıs 1876’da “Osmanlı devletinde idaresizlik arttı ülke artık yönetilemez bir hale geldi” manşetini atıyordu.  

İngiltere Büyükelçisi Sir Henry Eliot da darbenin sıkı takipçileri arasındaydı. Abdülaziz, Osmanlı ekonomisini çökerten ve dışarıdan borç alarak saraylar yaptıran bir diktatör olarak takdim ediliyordu.

Oysa bir İngiliz ajanı olan Mustafa Reşit Paşa’nın kurnazlığıyla imzalanan Balta Limanı Anlaşması’yla ekonomi zaten daha o zaman kötü durumdaydı. Ama bu durumu Abdülaziz’e mal ederek kara propaganda yapıyorlardı.

Çünkü Abdülaziz mason localarını sıkı takibe almış, Osmanlı padişahının tüm İslam coğrafyasının halifesi olduğu gerçeğini bir kez daha benimsetmiş, okullar açmış ve küresel oligarklara karşı amansız bir mücadele başlatmıştı.

1875 yılında İngiltere bütçesinden darbe için tam 7 milyon İngiliz altını ayrıldı.

Yeni Osmanlılar Cemiyeti içeriden özgürlük ve demokrasi palavralarıyla sürekli olarak Abdülaziz aleyhinde kampanyalar yürüterek artık Cumhuriyetin gelmesi gerektiği algısını üretiyorlardı.

Cuntacılar, Abdülaziz’i tahttan indirmek için yine mason olan Şeyhülislam Hayrullah Efendi’ye bir de fetva hazırlattırdılar.

30 Mayıs 1876 yılında askerler ve 300 kadar harbiye öğrencisi Dolmabahçe Sarayı’nın etrafını çevirdi. Abdülaziz tutuklandı ve bir odaya hapsedildi. O odada çok aşağılandı ve “bileklerini keserek intihar etti” denilerek oracıkta şehit edildi.

O güne kadar verilen demokrasi mücadelesi başarıya ulaşmış ve büyük engel olarak gördükleri padişah ortadan kaldırılmıştı. Abdülaziz’in kurduğu donanma çürümeye terkedildi. Darbede rolü olan herkes üst rütbelere getirildi. Masonlar rahat bir nefes aldı. Namık Kemal sürgünden geri döndü.

Mithat Paşa ise derhal bir anayasa yazılmasını istiyordu. Başından beri niyeti buydu. Ve anayasa komisyonunun başına geçti. Komisyonda başka kimler mi vardı? Namık Kemal, Ziya Paşa, Ohennes Efendi ve Abidin Bey gibi ünlü masonlar.

Batılı anlamda yazılan ilk anayasayı da yürürlüğe sokmak için kolları sıvamışlardı. Çünkü İngilizlere bir sözü vardı Mithat Paşa’nın. Osmanlının 500 yıllık idari yapısı değiştirtilerek, hâkimiyeti gayrimüslimlerle paylaşmanın anayasasıdır işte o. İdari yapının Hristiyanlara geçme riskine karşılık tepkiler olmadı değil ancak hepsi demokrasi belasına susturuldu.

Kanuni Esasi tamamen bir İngiliz projesiydi. Öyle ki adamları Mithat Paşa, anayasanın İngiltere hükümeti tarafından garanti altına alınmasını istemiştir. Bu denli onursuz bir yaklaşımı utanmadan sergileyebilmişlerdir. Meclise ne kadar ajan, çete, kripto varsa doldurdular. Öyle ki 1876 yılında meclisteki 240 kişinin sadece 60’ı Türk’tü.

1876 darbesini ve sivil ayağını iyi tahlil emek durumundayız. İmamoğlu boşuna iki de bir 145 yıllık demokrasi mücadelesi demiyor. İşte böyle bir demokrasiden bahsediyorlar.

Bir yazımda “Bugünün Mithat Paşalarını, Namık Kemallerini, Tevfik Fikretlerini, Yunus Nazilerini, Nedimoflarını, Malak Hüseyinlerini, İsmail Kemallerini Mustafa Reşit Paşalarını iyi tahlil etmek durumundayız. Çünkü hala aramızdalar” demiştim. Bugün de Tayyip Erdoğan’ı devirmek için hemen her yolu deniyorlar. İşte demokrasi dedikleri de bu!

 

Yorum Yazın