Bekir BAŞYURT

Bekir BAŞYURT

Mail: bekirbasyurt@hotmail.com

Geçmişin Unutulan Güzellikleri…

Çocukluğumuzda delikli para yani yüz para

2.5 kuruş kullanılır; tanesi 1 kuruşa bisküvi alınır ve iki bisküvi arasına lokum konulur ve zevkle yenilirdi.

O vakitler suyu hayli temiz olan Haliç’in “Kalafat Yeri”nde yüzülürdü. Haydarpaşa- Kadıköy arasını Çankırı’lı kayıkçıların kayıklarıyla geçer, yaz geceleri hemen her akşam yazlık sinemaya giderdik.

Doğan Kardeş çocukluk, Akbaba ise gençlik yıllarımızın en keyifle okunan dergileriydi.

Futbol topumuz ağızla şişirilen şambrelli idi ve meşin kısmını (topun ömrü uzun olsun diye ) kuyruk yağı ile sıvar ve üç gün kurumaya bırakırdık.

Küçüklüğümüzde çelik-çomak, misket, dekman oynar, hula-hoop çevirir, kandil ve ramazanlarda karpit patlatır, yakılan ateşe gazyağı püskürterek eğlenir, kapı kapı dolaşıp “yağ parası-bal parası” diye müzikal bir sesle para toplardık.

Tom-miks, Teksas, Zagor, Pekospill okur, bunları aramızda değişirdik.

Araba plakaları şehir adı ve 6 rakamdan oluşurdu. Boş olan İstanbul trafiğinde bir arabaya sahip olacağımızı düşleyemezdik.

Musluk suyu içilir, yine de su satıcılarının (eşek ile eşeğin her iki yanında su tenekeleri bulunan ) yani sakaların çıngırakları duyulurdu.

Yoğurtçuların omuz üstünden geçen bir çubuğun her iki yanına asılı tepsilerde sattıkları yoğurdun kalitesine ve kaymağına doyum olmazdı.

Pardesülerimizin adı markasıyla bağdaşık olarak ’İmperteks’ idi ve katlanıp fermuarlı çantasına konulunca cüzdan kadar olurdu.

İlkokulda Amerikan yardımı ile oluşan süt tozundan yapılan süt ile balıkyağı hapı ve Amerikan peyniri verilirdi. Bunları içmek ve yemek zorunlu idi.

Bayramlarda komşular ve akrabalar ziyaret edilir, mendil, bazen de mendil içine kağıt para sıkıştırılırdı.

Komşuluk çok gelişmiş bir sosyal ilişki olup, ”bir maniniz yoksa annemler size gelecek” diye çocuklarla haber yollanırdı.

Bayram yerleri hemen her semtte vardı ve coşku dolu idi.

Okmeydanı denilen semtte sporcular ok atışları yapar, o yılların Balkanlarda da adını duyurmuş ünlü okçusu Yücel Cavkaytar'ın genç yaşta ölümüne milletçe ağıt yakılırdı.

 

Ahmet Tarık Tekçe, Necdet Tosun, Suphi Kaner, Vahi Öz’ün filmleri zevkle seyredilir, renkli-sinemaskop filmler hayal bile edilemezdi.

Sefertası ile okula ve işyerine gidenler ‘’anne mamulu” yemekleri bunlarla taşırdı.

"Francala” diye bir lüks ekmek vardı.

Job traş bıçaklarının radyo reklamı ve yine bir radyo programı olan ” Orhan Boran ve Yuki” çok sevilirdi.

Mithatpaşa ( İnönü) stadyumunun bir deniz tarafı bir de Gazhane tarafı vardı. Ligde her takım hem Cumartesi hem de Pazar maç yapardı.Kasımpaşa, Adalet, Feriköy, Beyoğluspor gibi takımlar bu ligde oynar, Beyoğluspor'un futbolcularının adı Niko, Yorgi, Laki türü isimlerden oluşurdu. Gittiğimiz maçlarda Metin Oktayı, Lefteri, Mehmetçik Basri’yi izlerdik. Mithatpaşa’da parası az olanlar için ’duhuliye”denilen, tribünlerin en altında yer seviyesinde ayakta maç izlenen bir tribün vardı. Top toplayıcılara aldığı parayla ilintili olarak 2.5’luk denilirdi.

 Tramvaylar, İstanbulun her iki yakasında da en önemli toplu ulaşım araçları idi. İki vagonlular da ön taraftaki kırmızı renkli vagon beş, yeşil renkli arka vagon üç kuruş idi.

İstanbul sokaklarında atlı araba hiç yadırganmaz, eşyalar ya bunlarla ya da burunlu kamyonetlerle taşınırdı.

Sinemalarda iki bazen de üç film üstüste oynar ve "devamlı matine” olurdu. Yani herhangi bir anda sinemaya girmek mümkündü. 75 kuruşa üç film seyredilebilirdi.

Vapurla karşıya 15 kuruşa geçilirdi. ‘’Tayyare Alkış Piyangosu” isimli bir piyango vardı.

Yassıada'daki Demokrat Parti yargılanmaları radyodan naklen dinlenir, hakim Salim Başol’un her gün duruşmanın başında söylediği; "Sanıklar getirildiler, bağlı olmaksızın yerlerini aldılar, müdafiler hazır, açık olarak duruşmaya devam edildi" sözleri neredeyse tüm dinleyenlerce ezberlenir, hazır kelimesini 'haaazır' diye uzatarak söylemesine her defasında gülünürdü.

Genelde ahşap evlerde oturulur, alafranga bir tuvaletin ne menem bir şey olduğu bilinmezdi. Tuvaletlerde tuvalet kağıdı yerine "taharet bezleri” asılı durur, hemen hepsinde takunya ve ibrik olurdu.

Beyoğlu'na çıkmak bir olaydı. Mutlaka şık giyinilmeliydi. Kıravatlar ipince , paçalar son derece dardı.

Şecaattin Tanyerli’den tangolar dinlemek çok popülerdi. Sulhi Garan’ın radyodan anlattığı maçlarda insanın kalbi heyecandan duracak gibi olur,  Burhan Felek’in yine radyolu güreş ve balık sohbetleri ile Eflatun Cem Güney’in ”Gökten üç elma daha düştü” diye biten masal ve hikayelerini yine radyodan dinlemeye doyum olmazdı.

Sonraki yıllarda Orhan Pamuk’un bir romanının da adı olan ‘’Yeni Hayat” şekerlemesinin tanesini 2.5 kuruşa yani yüz paraya satardık. Satış sloganımız ‘’Hayat da var -yüz paraya-

iki tane beş-dört tane on-nane, limon okalüptüs” idi. Hayat şekerini Eminönü'nde tam merkezde iki katlı bir yerden alır, yüzde yüz kârla satardık.

Sana yağlar bakkala tahta sandıklarla gelir, bakkalların önünde satılan kırmızıya boyanmış pişmiş yumurtaları birbiri ile tokuşturarak yumurtasına bir nevi masum bir kumar oynardık.

Mahallede macuncular dolaşır, renkli macunları kalem boyu bir çubuğa sararak yerdik. Macuncular, klarnet, keman ve darbukacıdan oluşan bir ekip vasıtasıyla harika bir pazarlama tekniği kullanırlardı..

Hatıra defterlerine yazı yazmak ve ‘’Hayat bir dikenli yol - Sen bu yolda mesut ol” veya ‘’Hayat bir gemi, yoktur yelkeni, unutma beni, unutmam seni” diye bitirmek neredeyse gelenekti.

Adana'ya İstanbul’dan otobüs ile 24 saatte gidilir ama tren ile Erzurumdan 2.5 günde gelinirdi.

Köy okullarında 5 sınıf bir arada okunurdu.

Lens’in akıllardan bile geçmediği dünyada gözlük camları kavanoz altına eşit kalınlıkta olur, gözler kocaman görünürdü.

Ortaokullarda İnglizce ders kitabı ‘’Gatenby” okutulur, konu mankeni "Mr. and Mrs. Brown” ailesi ile neredeyse yakın akraba olunurdu. Orta öğretim öğrencileri okul şapkası takardı.

Çocukluk yıllarında 60 ihtilali büyük bir heyecanla karşılanır, gençlik yıllarında ise ”60 ihtilali neye karşı yapıldı” sorusuna gırgır geçerek ‘’sabaha karşı” yanıtını verilirdi.

Yassı ”Gelincik” ve ” Sipahi Ocağı” sigarası çok sevilirdi.

Evlerde yerde sinide yemek yenir, hemen her evde hamur tahtası ve oklava bulunurdu.

Evdeki musluklar sarı, su boruları kurşun, sahan, tencere, maşrapalar bakır, sonraki yıllarda saksı olan ütüler kömürlü, telefonlar manyetolu, sonraki yıllarda masa olan dikiş makinaları ayaklı,  lambalar gazyağlı idi.

Bakır kapları kalaylayan kalaycılar mahalle aralarında dolaşır "kalaycii” diye bağırırdı.

Semt pazarlarında ‘’boş küfe”, radyolarda "yurttan sesler korosu” sesleri duyulurdu.

 Demirbank her sabah radyoda günün tarihini hatırlatıp iyi günler dilerdi. Radyolarda

"memleket saat ayarı” verilirdi.

Bakkallarda tekel birası,  işportacılarda arkası horozlu yuvarlak cep aynası,  vapurlarda "yakalara balina” satılırdı.

Mahalle kasaplarının adı genellikle "temiz aile kasabı” idi ve vitrinlerinde asılı duran koyunların popolarına lale koyarlardı. İstanbul bir lale şehri idi.

Askere gidenlerin köşeleri ‘’kabara”lı tahta bavulları vardı.

Ağrı, sızıların tedavisi için Opon, Gripin gibi haplar ve şişelerde sülük satılırdı.

Günün popüler şarkı ve türkü kitapçıklarını satan ve mahalle aralarında bu şarkıları bağırıp okuyarak pazarlamaya çalışan satıcılar ve bunların iyi bir dinleyici kitlesi mevcuttu.

Beygirin iki yanına yüklediği küfeleri sebze-meyve ile dolduran Arnavut seyyar manavlar veya o dönemlerin deyimiyle zerzevatçılar vardı.

Şehirlerarası tren yolculuklarında durulan ara istasyonlarda trenlerden günlük gazete isteyen ve "gastiyyee” diye bağıran çocuklara rastlamak mümkündü.

Ramazanlarda davulcular sahura kaldırmak üzere hamen her eve ait bir mani okuyarak o hane halkını uyandırmaya çalışırdı. Örneğin Hüsnü Efendi’nin evinden Mehmet Bey’in evine geçen davulcu; "Ramazan Geldi Dayandı- Camiler Nur’a Boyandı-Sahur Vakti Geldi Çattı-Az önce Hüsnü Efendi Uyandı-Sıra Sizde Mehmet Bey ...” diye devam edip davulu gümbürdetirdi.

Mahalle bakkallarının ve onların rakibi olan hür teşebbüs ruhlu çocukların sattığı "niyet” ile çekiliş yapılır, ufak, yaldızlı, yuvarlak delikler kazıldığında en büyük hediye olarak gofret- çikolata kazanılırdı.

Özenerek yapılan ve süslenen tornetlerle (paten) az yerde bulunan asfaltlarda kayılırdı. Çember çevirmek ve tellerden yapılmış ve elektrik kablolarıyla süslenip, hatta ayna dahi takılmış tel arabalar yapmak ve sürmek çok keyif verirdi.

Haliç’te, Eyüp Sütlüce, Balat, Kasımpaşa Köprü arasında vapur çalışırdı.

Telgraf PTT’den "mors” ile yollanır,  Uzun Ömer Köprü altında piyango satar,  Eminönü’nde bir motor içindeki fok balığı Yaşar'ın gösterileri ilgiyle izlenir,  vapurlarda çocuklar sepet içinde taşıdıkları Kızılay kağıt rozetini yolculara takmaya çalışıp,  boyunlarına astıkları metal kumbarada para toplarlardı.

Her Cumartesi "Türkiye Radyoları”nda 21:15’te Zeki Müren’in "Merhabaaasevgilidinleyicilerim” diye başlayıp "Allahaısmarladıııık” diye biten, Gazanfer Özcan’ın da Trakya aksanı ile eşlik ettiği çok sevilen bir programı vardı. Yine, ilk yıllar tok bir sesle anons edilen "mikrofonda tiyatro” veya sonraki yılların "Radyo Tiyatrosu” dinleyicileri radyo başından ayırmazdı. Ayrıca Celal Şahin, İsmail Dümbüllü, Balarısı Engin ve Özdemir ile güler,  Halide Pişkin ve "Baldan Damlalar”ı sunan Bal Mahmut’u dinlemenin zevkine doyum olmazdı.

Tepebaşı, Küçükçiftlik gazinolarında Perihan Altındağ Sözeri, Safiye Ayla, Sevim Tanürek, Behiye Aksoy, Sevim Çağlayan dinlenir, bunlara Şerif İçli, Baki Duyarlar, Hakkı Derman, Ercüment Batanay gibi müzisyenler eşlik ederdi.

 Mahalle aralarında geceleri gece bekçileri düdük çalarak dolaşır,  gündüzleri teneke güğümlerde zeytinyağı, musluklu tahta fıçılarda "Halis Sirke”,  üçgen piramit camekanlarda nohutlu pilav, kelle,  tepsilerde şam tatlısı satanlar ile  baltacı, seyyar hallaç, evlere gazete getiren müvezzi,  bileyci,  ayıcı, bakır-çinko-pirinç alıp buna karşılık sırtındaki kıl torbadan sarı leblebi ve leblebi unu helvası veren leblebici,  evlerdeki akan kova, leğen, kap kacakları lehimleyen el körüklü lehimci, evlere gelen gündelikçi terzi gibi serbest meslek erbablarına rastlanırdı.

Bakkaldan tahin-pekmez evden götürülen kap içinde gram ile alınır,  çakıl taşlarıyla kabın darası ayarlanır, bulama tatlısı, külâhta leblebi tozu, tane ile sigara, gazyağı, kaptan ve kafakarış oynamak için renkli toprak bilye, çamaşır için çivit, Mabel ve Golden çikletleri ile Elit çikolataları, tenekesi kullanıldıktan sonra saksı yapılan Vita yağı, lüks lambası memesi, gazocağı iğnesi, mürekkepli kalemin haznesi olmadığından kalemi batırıp kullanmak üzere yapılan ve dökülmeyen mürekkep hokkası, dönemin kısa boylu İstanbul Vali ve Belediye Başkanın adıyla ( Fahrettin Kerim ) istenen küçük rakı, uskumrudan yapılan çiroz, timsah resimli Alligator marka sabit kalem yine bakkallardan temin edilirdi.

Kesekağıdı gazete kağıdından yapılır, satılır… Uçurtma ise çıta, ip, kağıt ,un, su yardımı ile evlerde masrafsız üretilirdi.

Evlerde yere gömülü su küpleri, musluklu su tenekeleri, su testileri, tel dolaplar kullanılır, su tenekesi ile su, pompalı gaz ocakları veya odun-taşkömürü sobalarında ısıtılır, fazla eşyalar sandıklara konur, divanda oturulur, yer tahtaları tahta fırçaları ile fırçalanır, mangalda sac ayağı kullanılır, kahve mangalın külünde yapılır, aydınlatma için saplı fener ve lüks lambaları,  üst subayların evinde hizmet için "Emireri" kullanılır, 45’lik ve 78’lik plaklar iğneli pikaplarda dinlenir, makaralı teypler hayli lüks sayılırdı.

Modayı takip edenlerde ayakkabı demek;  ça-ça topuk, bayan elbiselerinin kabarık durması demek içe giyilen kolalanmış jipondu.

Gözde danslar ça-ça, twist, lokomotif, gözde Türk filmleri Belgin Doruk-Ayhan Işık’ın birlikte çevirdikleri, gözde dansözler Özcan Tekgül ve Aysel Tanju, gözde mecmualar Hayat, Ses, Pazar, gözde TV kanalı İTÜ deneme yayınları, gözde sokak Beyoğlundaki Abanoz Sokak idi.

Saç için ince fileler ve pazar için ipten fileleri kullanılır, stadyumlardan "Şenol- Birol Gol” sloganı, sokak aralarında tezgahı yandan açılan Migros Türk kamyonlarının müzikal sesi ve haberleşme için özel melodili arkadaş ıslıkları duyulurdu.

Berberlerde çelik usturalar kayışlarda bileylenir, toplu ulaşım araçlarında bilet kontrolleri olur, vapurlarda ayrıca içeride para ödenen en arkada lüks mevkiler bulunurdu.

Okullarda tenefüslere hademe tarafından çalınan el zilleri ile çıkılır, Hıdrellezde piknik için Kağıthane’ye, dut yemeye Mecidiyeköy’e gidilirdi.Küçüksu ve Alibeyköy’ün mısırı, Yedikule’nin marulu, Eyüp’ün kaymağı, Beyoğlu’nun oyuncak satan Japon Mağazası ve ilk Marketi "Nea Agora”sı, Beykoz’un cevizi ve kundurası, Moda ve Bostancının kadınlar plajı çok meşhurdu.

Bankalarda ikramiyeli tevdiat hesapları mevcuttu ve bunları kazananlardan bazıları "isminin açıklanmasını istemeyen bir mudi” idi.

En sık duyulan radyo reklamı ile;  Grundig teyplerin Bak Bak’ta,  Bak Bak'ın ise Yüksek Kaldırımda bir mağaza olduğunu öğreniyorduk.

"Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde, Güzel bir kız yaşarmış Boğaziçinde, İşte bir sabah erken, masal  böyle başladı....” sözleriyle başlayan melodiyi büyük küçük hepimiz mırıldanıyorduk.

Çabuk gitmesini istediğimiz mektupların üstüne "UÇAK İLE-PAR AVION" yazıyor ya da PTT bankolarındaki arkası zamklı etiketi dilimize pula yaptığımız gibi sürerek zarf üzerine yapıştırıyor,  normal sürede ulaşmasını istediğimiz telgrafları ise ” E.L.T" yolluyorduk..

 

Yaşayacağımız geleceğin…

Geçmişten süzeceğimiz güzellik…

Doğallıklarla bezenmiş olması umuduyla…

Yorum Yazın