Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

İçimizdeki Bitmeyen İrlandalılar

32. Osmanlı Sultanı  Abdulaziz Han’ın  neden bileklerinin kesilerek Ortaköy Feriye Sarayının mahzenlerinde şehit edildiğini, yerine Mason 5. Murad Han’ın getirildiğini anlarsak 24 Kasım 2015’te Rus uçağının neden düşürüldüğünü ve Rus Büyükelçisi Karlov’un niye öldürüldüğünü de anlarız.


Mustafa Reşit Paşa’nın 1853’te Kırım da , Mithad Paşa’nın ise 1877 de Osmanlı -Rus Savaşlarını neden çıkardığını anlarsak 15 Temmuzun da neden yapılmak istendiğini,  F-16 Pilotlarının %50 sinin hatta %90’ının neden FETÖCÜ olduğunu anlayacağız.


Anglo -Saxon aklı asla Türk Rus münasebetlerinin iyi olmasını istemez hatta sık sık savaşmasını da ister.  Bu yüzden içerdeki işbirlikçileri hep Rusya ile savaş çıkması için çaba sarf ederler. Bu 1853’te 1877’de hatta muvaffak olabilselerdi 2015-16 da dahi böyle idi.


Mustafa Reşit Paşa Hariciye Nazırı olmadan evvel Londra Sefirimizdi. Yani Britanya Büyükelçimiz. Londra’da yaşarken Hariciye Nazırı (Dışişleri bakanı) oldu. Ne acıdır ki bakanken dahi Londra’da oturmaya devam etti. İngilizlerin adamı idi ve Paristeki Mason Locasına üyeydi.


1853 yılında Kırım için Rusya ile savaşma fikrine 31. Osmanlı Sultanı I.Abdulmecid’i ikna etmeden evvel 1839’da Tanzimat Fermanını ondan hemen önce de 1838’de Baltalimanı Antlaşması ile İngilizlere İktisadi olarak ülkeyi peşkeş çeken kimse, savaş bittikten sonra da bu gereksiz savaşın maliyetlerini ( Osmanlı Devletine Kırım Savaşında silahlı kuvvetleri ve donanmalarıyla Müzaherette bulunan İngiltere-Fransa ve Sardunya Krallığının masraflarını ) karşılatmak için Türk Devletini Londra’daki faiz lobisinin ( Küresel Ailelerin ) kucağına oturtup faizle ilk borca sokan da aynı kişidir.


Yani o günün emperyalist süper gücü Britanya Krallığının içimizdeki mümessili Londra ve Paris eski Sefirimiz Hariciye Nazırı ve Sadrazamı Koca Mustafa Reşit Paşadır.  Devletimizi siyasi askeri ve iktisadi olarak Britanya Krallığına peşkeş çeken Tanzimat Devrinin banisidir. Her fetret dönemi ve inkıraz askeri darbeler ve büyük sansasyonel devlet içi hareketlenmelerden sonra gerçekleşir. 


Şayet Yeniçeri Ocağı 1826 yılında ani bir kararla ve bir gece içerisinde büyük bir katliamla yok edilmeseydi Mora İsyanı da 1830’da muvaffak olup Yunanistan bizden ayrılıp kurulamazdı. Tanzimat denen devir sözde devlete çeki düzen vermek, batmakta olan Osmanlı Devletini kurtarmak içindi. Ne var ki her yenilik ve ıslahat daha büyük felaketlere yol açmış ve peşinden toprak kayıpları gelmiştir. 


Yeniçeri ocağı bir günde değil de tıpkı 15 Temmuz sonrası FETÖ’nün TSK’dan tedricen ayıklanması gibi yapılsa idi 1821’de başlayan Mora İsyanı gelişmez ve 1830’da muvaffak olarak Yunan Krallığının teşekkülü ile neticelenmezdi. Mora Yarımadası da bizden kopmamış olur ve Balkanların çözülmesi de başlamazdı.


1821’deKoca Mustafa Reşit Paşa ve avanesinin başlattığı yenileşme Keçecizade Fuat Paşa ve Mehmet Emin Ali Paşaların da varlıkları ile 1870’lere kadar gitmiştir. Bu üç paşanın devrileri bitmişti ama 1815 yılında Viyana Kongresinde alınan Şark Meselesi kararları daha bitmemiş hitama ermemişti. Neydi peki o kongre de alınan kararlar?


Hiç detaya girmeden söyleyelim; Türklerin ( yani Müslümanların çünkü Avrupalının gözünde Türk demek Müslüman demektir ) evvela Balkanlardan ve Avrupa’dan sonra da başta İstanbul olmak üzere tüm Anadolu ve Küçük Asya’dan sürülüp çıkartılması ve mümkünse Orta Asya’ya sürülmesiydi.


Peki, güvendikleri üç paşa da vefat etmişti. Hani Mayıs 2016'da Türkiye'nin Başbakanı değiştiğinde yani Sayın Ahmet Davutoğlu’nun yerine Sayın Binali Yıldırım geldiğinde ABD’nin yarı resmi yayın organı Foreign Policy ne yazmıştı?
 ''America Loses It's Man in Ankara''  yani ''Amerika Ankara da ki güvenilir adamını kaybetti.''

İşte o günün Amerika’sı Küresel gücü Britanya Krallığının da güvenilir adamları birer birer vefat etmiş ve iktidardan düşmüşlerdi.

 

Mustafa Reşit 1858- Keçecizade Fuat 1869- Mehmet Emin Ali Paşa 1870 de öldüler. Padişah ise aynı idi Sultan Abdülaziz Han. 
Yani bir önceki Sultan Abdülmecid’in kardeşi ve daha sonra Padişahlık yapacak olan 4 kardeşin amcası (5.Murad, Abdülhamid’i Sani, Mehmet Reşad ve Vahideddin Han) idi.


Abdülaziz Han gayet modernist yenilikçi bir padişah olmakla birlikte bilhassa donanmaya çok önem veriyordu. Zamanında Osmanlı Donanması İngilizlerden sonra 2. en büyük donanma haline gelmişti. Yalnız Ağabeyi Abdülmecid Han zamanında ( Kırım zamanında ) alınan borç giderek büyüyordu. Bu borçların ödenmesi ya da kolaylık gösterilmesinin karşılığında Küresel Sermaye (yani Londra’daki aileler, şirketler) Britanya Krallığı adına yeni tavizler istiyor ve Osmanlı Devletinin hem yayılmacı Rus tehlikesinin durdurmasını hem de iki komşu devleti savaştırarak güçlerinin zayi olmasını istiyordu.


Zira Orta-Yakın ve uzak Doğu'ya ve Asya'nın zenginliklerine ulaşmakta önünde 2 büyük engel görüyordu. Osmanlı Devleti ve Rusya Çarlığı. Öyle ise bunlar sürekli savaşmalıydılar. 1853-1856 arası bunu Kırım da başarmışlardı. Şimdi yeni bir Osmanlı-Rus savaşı lazımdı. Öyle ise vefat eden 3 meşhur paşa; Reşit-Fuat ve Emin Ali Paşanın yerine bir kukla lazımdı. İşte Mason Mithad Paşa bugünler için hazırlanmıştı. Onun parlak devlet adamı kişiliğini ön plana çıkardılar ve onun himayesinde söz dinlemeyen Halife Padişahımız Abdulaziz Han’ı önce devirip sonra bileklerini keserek katlettiler. Katillerin başında ise Mason Sadrazam Mithad Paşanın adamı ve ''Kinim Dinimdir elbet intikamımı Abdülaziz Handan alacağım'' 
diyen Serasker Hüseyin Avni Paşa vardı.


Evet, Abdülaziz Han katlolmuştu yerine önce kendi istedikleri ve bir şekilde Mason yapmaya muvaffak oldukları 5. Murad Han’ı onun ruhen hastalanması ve tahttan inmesi ile de kendisinden Meşrutiyet sözü aldıkları 2.Abdulhamid Han’ın tahta gelmesini sağladılar.


Kader ağlarını örmüş ve Batılı emperyalist çevreler Abdülaziz’den kurtulmak isterken Abdülhamid Han’a yakalanmışlardı. Ama olsun! Nasıl olsa Meşrutiyet yani Kanuni Esasi ilan edilmişti. Sadrazam ve Meclis-i Mebusan vardı. Abdülhamid sadece bir Noter ya da kukla idi gözlerinde. İlk 2 yıl gerçekten de öyle oldu Tıpkı Kırım da zorla Rusya ile savaşa soktukları Osmanlı Devletini bu kez de Mithad Paşa ve en az yarısı Gayrimüslim ekalliyetlerden ( azınlıklar; Rum Ermeni ve Musevi ) müteşekkil olduğu meşruti meclisle gerçekleştireceklerdi.


Tahta oturduğu ilk günlerin acemiliği ve meşrutiyetçilere verdiği sözler sebebi ile tüm uyarılarına rağmen 1877’de 93 Harbi ismi ile maruf Osmanlı Rus Harbine Sultan Abdülhamid Han mani olamamıştı. Savaş olmak zorundaydı. Türkiye (Osmanlı Devleti) Rusya ile savaşmak mecburiyetinde idi. İngiliz Emperyalizmi ve emirlerinde olduğu küresel aileler böyle istiyordu. Osmanlı yıkılmalı Rusya ise durdurulmalı ve mümkünse geriletilmeli idi. Bunun da tek yolu Türk-Rus savaşı idi. Rusya savaşa girmemek için her türlü tavizi verdi hatta kendi iç kamuoyunu ikna edebilmek için (yani bu kadar güçlü olduğu halde neden Osmanlı Devleti ile savaştan imtina ediyordu) minik bir taviz istedi. Karadağ’dan Küçük bir kasabayı vermesi karşılığında savaşa girmeyeceğini beyan etmişti. Ama İngiliz emperyalizminin kuklası Mason Mithad Paşa ve avanesi ise daha evvel katlettikleri Abdülaziz Hanın hesabını vermemek ve İngiliz menfaatleri sebebi ile Osmanlı Devleti Rusya ya Savaş ilan etti.


Her zaman söylediğimiz gibi Askeri darbe yapan ordular dış düşmanla savaşamazlar. Darbe yapan ordularda hiyerarşi yok olur. Ast üstü tanımaz ve gücü yeten yetenedir. Osmanlı ordusu da bu ve birçok sebepten dolayı 13 ay gibi kısa bir sürede birçok mağlubiyet almıştı.


Rus silahlı kuvvetleri Garp cephesinde İstanbul önlerine Yeşilköy ( Ayastefanos’a ), Şark cephesinde ise Erzurum Aziziye tablalarına kadar inmişlerdi. 


Türk tarihinin en acı mağlubiyetlerinden biri ile karşı karşıyaydık. İngilizler de amaçlarına ulaşmıştı. Abdülhamid Han Meşruti Meclisi tatil etti ve idareye el koydu. Ayastefanos’ta alınan büyük hezimeti Berlin Antlaşması ile telafi etti. 


İngilizlerin de desteğini Kıbrıs Adamızı geçici olarak İngilizlere kiralayarak almıştı. Hindistan yolları artık İngilizlere ardına kadar açılmıştı. Ve 30 yılı aşkın bir sulh dönemi başlamıştı.  Ta ki 1908’in 23 Temmuz’unda yeniden Meşrutiyetin ilan edilmesine ve akabinde Abdülhamid Han’ın tahttan aşağıya indirilmesine kadar.


31 Mart 1909’da bir askeri darbeyle devrilmesi ile yönetimi yine darbeciler ele geçirmişti.


Askeri darbe demek yeniden savaş demek yeniden İngiliz Emperyalizminin ekmeğine yağ sürülmesi demekti.


Öyle de oldu. Bu askeri darbe daha 2. meşrutiyetin ilanı ile birlikte önce Bosna Hersek akabinde Balkan toprakları ve 9,5 yılda milyonlarca kilometre kare vatan toprağının kaybedilmesine yol açtı.


İşte yakın tarihimizde her Rus Harbi böyle İngiliz Emperyalizminin kışkırtması ve içimizdeki ajanlarının ihaneti ile gerçekleşmiştir. 


Bu savaşlardan hem Rusya hem Türkiye yıpranarak ama Türkiye aynı zamanda ağır mağlubiyet ve toprak kayıpları ile ayrılmıştır. Bugün de İngiliz emperyalizminin yerini 1945’ten sonra ABD emperyalizmi ve Kuzey Atlantik Paktı ( NATO ) almıştır.


Türkiye ile Rusya’yı tekrar harbe ya da vekâlet savaşlarına sokabilmek için ellerinden gelen ne varsa yapmaktadırlar.


24 Kasım 2015’te Rus uçağını düşürdüğümüzde dönemin Başbakanı Sayın Davutoğlu’nun ''uçak düşürme emrini ben verdim'' demesini de bu çerçeve de düşünmek gerekir...


Yine içimizde ki işbirlikçilerin ''ne işimiz var Suriye’de, ne işimiz var Libya’da ne işimiz var Akdeniz’de? '' demelerini de bu hudutlar dâhilinde değerlendirelim...


İngiliz ya da Amerika tarafından temsil edilen ama kısaca Emperyalist akıl ya da Anglo Saxon idealleri olarak ifade edeceğimiz gücün içimizde gönüllü veya paralı lejyonerleri hep olmuştur ve bunlar bugün de vardır. 
O yüzden iç cephede birliği sağlamamız şarttır. 


Tarihten ders almalıyız. 


Bizi komşularımızla savaşa zorlayan günümüzün Mithad Paşalarını, Koca Reşit Paşalarını iyi tanımalıyız. 15 Temmuz gerçekleşse idi Türkiye’nin, Rusya ve İran ile savaşa girmesi işten dahi değildi. 


Ne demişti sabık Başbakanın danışmanı Etyen Efendi  ''Eğer Mayıs 2016’da Başbakan değişikliği olmasa idi 15 Temmuz’da olmayacaktı.’’


Nasıl itiraf ama? 
Aynı Foreign Policy kadar dürüst ve şeffaf konuşmuş Etyen Bey.
Ne demişti Foreign Policy tekrar hatırlayalım:  ‘’America Loses Its Man in Ankara.’’  yani ABD Ankara’daki güvenilir adamını kaybetti.


Evet, yeni Mithad Paşalara artık geçit yok!

Yorum Yazın