Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

Kemal Bey'in Sorunu

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun ''Kürt Sorununda muhatabımız HDP'dir. PKK veya İmralı değildir.'' diye yaptığı açıklama ile Kürt Sorunu tekrar gündem olmayı başardı. Gerçi bu gündem lehine mi aleyhine mi oldu bu tartışılır ama bu sözleri ne manaya geliyor öncelikle bunu değerlendirelim…

 

Sn. Kılıçdaroğlu nun açıklamasını değerlendireceğiz ama evvela sorunun adını doğru koymamız lazım. Öyle '' sorunun adına ne derseniz deyin ister şu sorunu ister bu sorunu '' falan diye geçiştiremezsiniz! Sorunun adını dosdoğru koymak mecburiyetindeyiz. Kelimeler ve kavramlar mühimdir... Kelimeleri ve kavramları, meselenin ismini doğru belirleyemezsek teşhisi de tedaviyi de kimse yapamaz çünkü.

Evet, Sayın Kılıçdaroğlu Kürt sorununda muhatabımız HDP demiş.

Peki, Kemal Bey Kürt sorunu dedi diye gerçekten ismi Kürt sorunu mu oldu bu meselenin? Ya Kürt sorunu 2005’ten beri yaptığı reformlarla bilhassa 2012, 2013 ve 2014’teki yapısal anayasal değişiklikleri ile dönemin Başbakanı ve halen Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan tarafından çözüldü ise? O halde bu başlığı ve altında yapılan çözüm önerilerini nereye koyacağız?

 

Sakın Kürt sorunu çoktan çözülmüş ve sadece elinde silah olan bir terör örgütü ve onun yaptığı katliamlar, zulümler olan bir kiralık emperyalist tetikçi meselesi kalmış olmasın?

 

Sorunun ya da meselenin adını böyle koyamaz mıydı acaba Sayın Kılıçdaroğlu?

Peki, hangisi doğru?

O zaman biraz geçmişe yolculuk yapalım…

Ülkemiz Recep Tayyip Erdoğan öncesinde gerçekten bir Kürt sorununa sahipti. Bu bir vakıa idi. Bir Kürt vatandaşımız herhangi bir resmi dairede hastane de okulda Kürtçe konuşamazdı. Misal bir Kürt anası hastanede yatan oğlunu ziyaret etmeye kalksa ve bu esnada ana dili olan Kürtçe ile oğluna hitap etse veya Türkçe bilmediği için hastane görevlilerine Kürtçe derdini anlatmaya çalışsa anında derdest edilir, adli kolluk kuvvetlerine hesap verirdi. İyi bir para cezası yer hapiste de yatardı.

Benzer hadiselere yakın tarihimizde çokça rastlanmıştır. Hatta bırakın Kürtçe konuşmayı bir Kürt vatandaşımız misal CHP’den Bayındırlık Bakanlığı yapmış dönemin milletvekili merhum Şerafettin Elçi 1979 yılında sadece ''Ben Kürt’üm'' dediği için ceza almış ve 1,5 sene hapis yatmıştır.

Düşünün! Sürgündeyken bu sözde suçtan aldığı hapis cezasının üzüntüsü ile kalp krizi geçirerek genç yaşta ölmüştür. Bakın bir Bakan ve milletvekili olan siyasetçi ile ülkemizin en meşhur sanatçılarından birisinden bahsediyoruz. Normal bir vatandaşın başına neler geliyordu siz düşünün.

 

Misalleri çoğaltabiliriz ama ben başka bir vakıayı hatırlatacağım:

3 Kasım 2002 seçimlerine siyasi partiler hazırlık yaparken Ak Parti yetkilileri de Doğu ve Güneydoğu vilayetlerimizde dolaşıyor seçim çalışmaları yapıyordu.

Kürt seçmenlerimizin Ak Parti yetkililerinden sadece isteği şu idi; '' Ey Ak Partili adaylar sizden hiç bir talebimiz yok. Sadece Olağanüstü Hali kaldırın başka bir şey istemiyoruz.''

Çünkü 1979 yılından beri o bölge olağanüstü hal ile yönetiliyordu. Normal bir hayat yaşayamıyordu insanlar. 1979 yılında doğmuş bir genç 23 yaşına gelmiş ama halen normal bir hayat görmemişti. Bölge insanı artık rutinleşmiş ve adeta işkenceye dönüşmüş kontroller, aramalar, soruşturma ve kovuşturmalar ile canından bezmişti. Kimse normal bir yolculuk dahi yapamıyordu.

 

Bir taraftan PKK bir taraftan Devletin kontrolleri bölge halkının Ak Partili adaylardan seçim vaadi olarak kısaltılmış adı ile OHAL in kaldırılmasını istetmişti. Ne kadar büyük bir istek değil mi?

İşte o cenderede yaşamış vatandaşlarımız için bu çok lüks bir istekti.

Pekâlâ, Ak Parti ne yaptı hatırlıyoruz değil mi?

İktidara geldiğinin daha birinci ayı ya doldu ya dolmadı ve OHAL’i Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan kaldırdı.

Şimdi böyle bir Ak Parti ve onun lideri olan Sayın Erdoğan’ı yeni reformlar bekliyordu. Bu reformlar 79 senedir süren Kürtlerin ret, inkâr ve asimilasyon politikalarının kaldırılması idi.

Hepimizin şahit olduğu, yaşayarak gördüğü yıllarda Ak Parti ve Lideri Erdoğan bunların hepsini kaldırdı. Yasak diye bir şey bırakmadı ülkede. Kürtler göğsünü gere gere ben kürdüm diyebilip, anne dilini rahatça her yerde konuşabilip eski köy ve yer isimlerine dahi kavuştular.

Bütün bunlar olurken peki PKK ve onun Ankara’daki siyasi temsilcileri ne yapıyordu?

Hiç!

Sadece nankörlüklerine ve Ak Partinin Kürtleri tekrar devleti ve milleti ile bütünleştirmesine mani olmaya çalıştılar. Sanki sorunun çözümünü değil çözülmemesini istiyorlardı.

Peki, Erdoğan ve Ak Parti Siyasetinin, Bürokrasisinin yaptıkları bundan mı ibaretti?

Tabii ki Hayır!

Sadece kanun çıkararak, halkın isteklerini yerine getirerek tüm sorunlar hal edilemezdi. Çünkü daha elinden silahını bırakmamış Dünyanın en alçak terör örgütlerinden biri vardı ve ülkemizin dağlarında, ovalarında, şehir ve kasabalarında geziyorlardı.

O silahın bu alçak terör örgütünün elinden alınması için bir plan, program ve süreç lazımdı.

İşte o sürecin de adı '' Çözüm Süreci '' idi.

HDP ve PKK’nın tüm şımarıklıklarına, emperyalizmle olan cilveleşmelerine rağmen bu süreci Sayın Erdoğan ve yüksek güvenlik bürokrasisi başarmaya azimli idi. Çünkü kalıcı bir çözüm için memlekette sulhun sağlanması gerekiyordu. Bunun içinde PKK’nın silahı bırakması gerekiyordu.

Eline silah alarak dağa çıkmış bir terör örgütü iki şekilde silah bırakabilirdi:

Ya savaşarak ya da konuşup ikna edilerek…

Çözüm sürecinin yegâne amacı PKK’nın silah bırakmasını sağlamaktı. Bölge halkı mesajı almış devletin şefkat yüzünü görmüştü ama silah halen terör örgütünün elinde idi. Kalıcı bir huzur ve asayiş için bu silahın PKK’nın elinden alınması gerektiriyordu.

2012 sonundan 22 Temmuz 2015’e kadar bu çabalar sürdü. Ta ki bir gece yarısı uykudaki 2 Polis memurunun PKK tarafından şehit edilmesine kadar. Yaklaşık 2,5 yıl süren çatışmasızlık o gece polislerimizin şehadeti ile son bulmuştu.

Buraya kadar her türlü fedakârlığı yapan ve sabrını zorlayan Devlet artık yeter dedi ve PKK’nın üzerine haklı olarak tekrar cebir ve şiddet kullanarak gitmeye başladı. Gayet de başarılı operasyonlar yaptı.

 

Hendek- Çukur savaşlarında PKK’yı adeta kazdığı hendeklere çukurlara gömdü. O esnada FETÖ ile de mücadele tüm hızı ile sürüyordu ve 2016 15 Temmuz’unda hain darbe girişimi ile karşılaşıldı.

Onu da milleti ile el ele bertaraf eden Devlet Erdoğan liderliğinde yeni bir sürece girmişti artık. Hem Ohal tüm yurtta tekrar ilan edildi hem de bağırsaklarından FETÖ’yü temizleyen Devlet ve görevlileri artık içerden ihanete uğramıyordu.

FETÖ’nün deşifre olması ve çöküşü ile paralel olarak PKK da çökertiliyordu.

Bölge halkıda olayın yakın şahidiydi.

Çözüm sürecini bozan bizzat PKK idi.

Anlaşıldı ki PKK’nın derdi KÜRTLER değildi. PKK başka bir şeydi. Emir aldığı üst aklın dışına çıkamazdı.

PKK’nın bir halkın kurtuluşu için mücadele eden bir özgürlük hareketi olmasından ziyade emperyalizmin emrinde ki kiralık profesyonel bir örgüt olduğu artık aşikâr olmuştu. Devlet ve millet bunu birlikte tespit ettikten sonra artık yapılacak tek şey vardı. Topyekûn mücadele!

 

İşte o gün bugün terörle ve teröristle mücadele en üst seviyede devam ediyor, bilhassa Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın yüksek siyasi önderliği ve Sayın

Süleyman Soylu’nun 15 Temmuzdan sonra İçişleri bakanı olmasını da müteakiben kuvvetlenen bu mücadele de çok yüksek verim ve neticeler alınmıştır.

 

Terörist sayısı Beş binlerden şu an bir kaç yüzlere inmiştir. Bu durum gerek tetikçi terör örgütünü gerek onların siyasi uzantılarını gerekse onların emredeni egemenleri telaşlandırmış ve tekrar ''Çözüm Süreci olabilir mi ?''

Diye besleme yandaşlarını kulislere başlatmışlardır.

 

Her sene yeniden çözüm süreci ha başladı ha başlayacak dedikoduları medyada hep yer bulmuş ama hep fısıltı düzeyinde kalmış hiç gerçekleşmemiştir.

 

Çünkü Devlet de Millet de bu kiralık tetikçi örgüt ile bir yola çıkılamayacağının bunlarla müzakere değil ancak mücadele yapılması gerektiğinin idrakine çoktan ermiştir.

 

Pekâlâ, daha önceden Çözüm Süreci neden yapılmıştır da şimdi bir daha yapılamaz?  

 

Bir de onun üzerinde duralım… Sonra Sayın Kılıçdaroğlu’nun '' Kürt Sorununu HDP ile çözeceğiz '' demesinin neden boş ve temelsiz olduğunu belirterek yazımızı noktalayalım.

 

Bir defa bir şey denenmeden onun olup olamayacağını anlayamazsınız! Türkiye’de yıllardır '' acaba PKK ile bir defa konuşma denense ne olur? Belki hemen silah bırakacaklar belki ne dediklerini anlayabiliriz vs. '' diye hep devlete psikolojik baskı yaparlardı.

 

Bölge halkımız olsun tüm yurttaki halkımız olsun ‘’ acaba bir kere de iyilikle denense ne olur? ‘’ Sualini yöneltiyorlardı birbirine.

 

Bir de Devletlerin her zaman bir ikinci planı olabilir.

 

Misal çözüm süreci için yapılan en büyük eleştirilerden biri ''neden Terör Örgütüne zaman kazandırıldı da yollara sığınaklara hendeklere tahkimat yapmalarına fırsat verildi? '' eleştirisi idi.

 

Acaba tek bir merminin patlamadığı ve tek askerimizin burnunun kanamadığı bu çözüm sürecinde zamanı sadece örgüt mü kazanmıştı? Sakın Devlette zaman kazanıp çürük çarık karakollar yerine adeta geçit vermez ''Kalekollar'' yapmış olmasın?

 

Sakın İHA, SİHA, TİHA gibi Dünyanın gıpta ettiği silahları üretmiş ve terörle mücadeleyi artık AB’nin ve ABD’nin hatta Siyonist Devletin insafına bırakacak onlardan silah ve yardım dilenecek bir halden kurtulmak için bu süreyi değerlendirmiş olmasın? Bunu da aklımızın bir köşesinde tutmalıyız…

 

Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu hem HDP ile Kürt Sorununu birlikte çözeceğiz diyerek hakikatte olmayan bir sorunu yalandan yere gündeme getiriyor hem de bu olmayan sorunun dahi muhatabı olarak HDP de eş genel başkanlık yapmış Sezai Temelli den ''çözümün adresi HDP değil İmralı yani terör örgütü başı Öcalan’dır’’ ayar yiyordu.

 

Pekâlâ, Sayın Kılıçdaroğlu aslında HDP’nin çözüm adresi olmadığını ve şu an da Edirne’de katliam azmettiricisi olarak hem tutuklu hem hükümlü bulunan Selahattin Demirtaş’ın daha 2015’te '' PKK’nın silah bırakacağını söylemek ham hayaldir.

 

Gerçekçi olalım PKK silah bırakmaz! Bunu ona bıraktıracak olan da HDP değildir. Ancak kendileri karar vericidir '' dediğini bilmiyor muydu?

 

Aslında Sayın Kılıçdaroğlu’nun çözeriz dediği mesele Kürt Sorunu değil PKK sorunudur! Ya da en azından bu olması lazım…

 

Zira Kemal Bey’e defalarca sorulmasına rağmen ''Kürt Sorunu nedir?'' sorusuna hiç cevap verememiştir.

 

Yazımın başlarında belirttiğim sorunların hiçbirisi artık meydanda kalmadığı için neyi çözmesi gerektiğini de ya bilmemekte ya da bilmezlikten geliyor yani tecahülü arif te bulunuyordu.

 

E peki en yetkili ağızlardan '' adres İmralı'dır '' denildikten sonra Sayın Kılıçdaroğlu HDP ile ne görüşecektir?

 

HDP diyor ki sorunların çözümü Apo’da dır, İmralı’dadır!

Derdinizin dermanı biz de yok denmesine rağmen Kemal Bey halen çare HDP de diyorsa bununda tek sebebi var: İllegal ittifak yaptıkları seçim ortakları, kankaları HDPKK ile 2023 seçimlerine resmi ittifakla girebilmektir.

 

Ama Dersimli Kemal ağa derdini ne CHP’nin tabanına ne İyi Parti’ye ne de Büyük Milletimize anlatamaz!

 

İsterse denesin…

 

Yorum Yazın