Mustafa ARMAĞAN

Mustafa ARMAĞAN

Mail: marmagan1@hotmail.com

Mağdur Sanayicilerimizden Mehmet Ali Kağıtçı -3

“Bari az batsın!”

Aradan üç koca yıl geçer.

Bir gün Reisicumhur Mustafa Kemal, İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’a kâğıt fabrikasının akıbetini sorar. Neyse ki, meseleye vakıf olan Bayar ona işin içyüzünü eğip bükmeden, yukarıda anlattığımız şekilde olduğu gibi aktarır. Arkasından İktisat Vekili Mustafa Şeref’in görevden alınarak yerine Celal Bayar’ın atandığını görürüz.

Biliyoruz ki, İş Bankası takımına karşı olan İsmet İnönü kâğıt sanayiinin kurulmasını istememekte ve geciktirmektedir. Ancak Bayar’ın İktisat Vekilliğine atanması kâğıt sanayiimiz için bir dönüm noktası olacaktır.

Lakin raftan yıllar sonra inen proje yine de tam manasıyla uygulanamaz. “Nasılsa batacak, bari az batsın!” denilerek fabrikanın kapasitesi 12 bin tona düşürülür ve selüloz kısmının inşası geleceğe havale edilir. Bu haliyle 1. Beş Yıllık Sanayi Programı’na dahil olan kâğıt fabrikası 6 Kasım 1936 günü resmen açılırken selüloz fabrikasının da temeli aynı gün atılacaktır.

İçerisi iyi kötü halledilmiştir edilmesine ya, bu defa dışarısı –perde arkasından- ataktadır.

Engellemek isteyenler Nazi Almanya’sına baskı yaparak Türkiye’ye makine satışını durdurmaya çalışıyordu. O engel aşıldı, bu sefer ‘Selüloz sabotajı’ ateşlendi. Selüloz ihalesini oyalamış, hatta teminat akçesini yakarak selüloz vermemişlerdi bize. Malum, Almanya ile Türkiye arasında kliring anlaşması vardı o yıllarda. Mal takas ederek ticaret yapıyordu iki ülke. Almanya Türkiye’den ne kadar mal çekerse o miktarda Türkiye’yi alacaklı duruma geçiriyor, buna karşılık Türkiye de aynı miktarda mal çekiyordu Almanya’dan. (Böyle böyle Hitler Almanya’sına ekonomimizin %60’ını teslim etmiştik.) Almanya bize makine vermek istemeyince biz de ‘karşılığında tütün vermeyiz’ diye tehdit ettik. Tehdit işe yaradı doğrusu. Bu sayede bir miktar selüloz gönderdiler.

Lakin bu da çözmeye yetmedi meseleyi. Öyle bir cins selüloz göndermişlerdi ki, tam bir sabotajdı yaptıkları. “Verdikleri selüloz reçine kusmaktaydı. Selüloz hücrelerinden sızan reçine damlacıkları makinelerin hassas kısımlarına sıvaşıyor ve üretimi engelliyordu.” Amaç belliydi: Reçineler makinaları çalışamaz hale getirecek, bu yüzden üretim duracak, sonra da ‘Bakın, biz dememiş miydik Türkiye’de kâğıt sanayii olmaz diye’ noktasına gelinecekti. Bu da henüz tasavvur halindeki Türk kâğıt sanayiinin erken finali olacaktı.

Kuşatma veya kıskaç ne derseniz deyin, çok yönlüydü. Tabii karşılarında Mehmet Ali Kâğıtçı gibi bir idealist şahsiyet olduğunu bilemezlerdi. Genç kağıt kimyageri kolları sıvayıp laboratuvara girer ve nice inceleme ve deneme sonunda selüloz elyafı içerisindeki reçine habbeciklerini (damlacıklarını) elyafın içine hapsetme yöntemini bulmayı başarır. Bu sayede kâğıt ve karton üretimi devam edebilecektir. (Bu buluşun Fransızca Kimya Ansiklopedisi’ne (Chimie Lexicon) girdiğini biliyoruz.)

Tabii şer cephesinin de elleri armut toplamıyordur. Bir karşı atakta daha bulunacaklardı. İç piyasaya ucuz fiyata kâğıt çeşitleri sürerek İzmit’teki fabrikayı batırmaya soyunurlar bu kez. TC fligranlı kâğıt bile üretmişlerdir. Ancak Mehmet Ali Kâğıtçı’nın gayretiyle Maliye Bakanlığı’nın siparişini yerli fabrika gerçekleştirince apışıp kalırlar.

 

Işık geçmişten gelir

Düello devam etmektedir.

Bir karşı atak daha: İzmit’teki fabrikayı şapsız bırakmak için girişimde bulunurlar. Mehmet Ali Bey de bu atağı püskürtmek maksadıyla Şaphane köyü çevresindeki tarihî şap taşı kaynaklarını değerlendirmeye yönelir. Bu işi de halleder neticede.

Yaşanan bütün bu zorluklarla teker teker uğraşıp hallettikten sonra üretime başlayan fabrika 1936 yılında 3,000 ton kâğıt ve karton üretirken yıllar içerisinde %100 yerli hammadde kullanarak üretim hacmini istikrarlı bir şekilde artıracaktır.

Sonuç olarak 1929’dan 1936 yılına kadarki 6-7 yıllık gecikmenin kime ne kazandırdığını varın siz hesaplayın. Bilinen net bir gerçek varsa o da bizim kazanmadığımızdır.

Bugün kâğıt sanayimiz toparlanma çabasında. SEKA kapandıktan sonra henüz kitap kâğıdı üretemesek de, bu vadideki çalışmalara geçmişten -titrek bir ışık da olsa- tutmak önemli olmalı.

 

Not: İleride genişletmeyi düşündüğümüz bu mevzuyla alakalı olarak faydalandığımız Nazmi Kal’ın yazısına şu yayından ulaşabilirsiniz: Gürhan Çağlayan, Cumhuriyet Tarihimizde Üretim ve Hizmet Düşmanlığı, 1923-2003, Palme Yayıncılık, Ankara, 2011, s. 32-36.

Mehmet Ali Kâğıtçı’nın İzmit’teki kâğıt fabrikasının kurulmasından 1941 yılına kadar yaşadıkları ve müdürlükten alınması ile sonraki hayatı hakkında yazacaklarımı ileriye saklıyorum.

 

SON...

Makale Yorumları

  • Aydanur22-03-2023 15:32

    1929’dan 1936 yılına kadarki 6-7 yıllık gecikme, Demokrat Parti devrini ve Tevfik İleri’yi hatırlattı. Ezan Şehidi Menderes kitabınızda yazdığınız gibi “Rahmetlinin darbeye 5 ay kala derdi, Boğaz Köprüsü’nün temelini Haziran ayında atmak ve köprüyü Cumhuriyet’in 40. Yıl dönümüne yetiştirmekti”. Zira bu kadro, milletin sevgisine doymuyor ve “bu muzdarip ve mübarek millete hizmet edebilmek ibadetlerin en kutsi olanıdır” diyordu. Lakin darbe yüzünden köprünün açılışı 1973’e, yani tam 10 yıl sonrasına kalacaktı. Kaybedilen-kaybettirilen yıllar hepimizin içini kor gibi yakıyor.. Bütün zorluklarla rağmen vatanına hizmet etmeye kendilerini adamış, vatan millet sevdalılarını unutmamalı unutturmamalıyız, bu da bizim boynumuza borçtur.Kaleminize bereket..

Yorum Yazın