Mustafa ALBAYRAK

Mustafa ALBAYRAK

Mail: mustafa@teknikelektrik.com

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK

Bugün 10 Nisan. Türkiye’nin en uzun süre Genelkurmay Başkanlığı yapan Mareşal Fevzi Çakmak’ın vefat sene-i devriyesi.

Harbiye Nazırı iken, Halife Padişahın İngiliz İşgali altındayken “Sen de Ankara ya git Paşa burada yapacak bir iş kalmadı” ve 24 Nisan 1920’de yolcu etti.

Mareşal Fevzi Çakmak 16 Mart’ta fiili işgal başladıktan sonra İngilizler ileri gelen tüm subay ve mebusları tutuklayıp Malta’ya sürdükleri halde Fevzi Paşa’ya dokunmadılar.

20 Nisanda Meclis-i Mebusan tamamen kapandıktan sonra Namlu ve Süngülerin ucundaki esir Padişahımız, Cuma selamlığına bile çıkacak bir hürriyeti kalmadığından o gün Yıldız Camiine bile gidemeyecek kadar hasta ve moralsizdi.

İstanbul Payitaht idi. Sadece Türk Devletinin Başkenti sıfatı yoktu. İstanbul aynı zamanda İslam Ümmetinin göz nuru ve Halifelik merkezi idi.

Evet, Fevzi Paşa’yı da Ankara ya işte bu esaret altında ki Halifemiz, Devlet Başkanımız Padişahımız Efendimiz 6.Mehmed Sultan Vahideddin Han yollamıştı. Tıpkı Kazım (Karabekir) Paşa’yı Nisan’da Trabzon üzerinden, Fahri Yaveri Mustafa Kemal Paşayı Mayıs ayında Samsun üzerinden Anadolu’ya yolladığı gibi. Tıpkı Ali Fuat Paşa’yı 20.Kolordusunun başına Eskişehir'e yolladığı gibi. Sultan Vahideddin Han Anadolu’yu örecek Milli Mücadele hareketinin fitillerini böyle ateşliyordu.

İşin enteresan tarafı son Meclisi Mebusan’ın kapatılmasından herkes memnundu. İngilizler de memnundu Padişah’ta. Ankara’ya yerleşmiş ve artık Büyük Millet Meclisi açmanın son aşamasına gelmiş Heyeti Vekile-Anadolu ve Rumeli Milli Müdafaa ve Reisleri Mustafa Kemal Paşa da memnun idi. Hatta Rauf Bey (Heyeti vekile başkanı oldu sonradan ) bunuhatıralarında “İngilizleri Meclis-i Mebusan’ı kapatmaya ben ikna ettim” demiştir. Zaten İngilizler Malta’ya sürdükleri birçok subayı ve mebusan’ı da tekrar geri dönmelerine bilhassa Ankara için izin vermişlerdir. Rauf bey de Ankara’ya gelerek Heyeti Vekile Reisi olmuştur.

İngilizler sözde karşı oldukları Rauf beyin ve birçok subay ve mebusan’ın neden Ankara ya gitmelerine müsaade etmişlerdir bu da ayrı bir mevzudur? Birazda mayınlı araziye giriyor, şimdilik yazmayalım... Ama şu kadar söyleyelim ki Ankara da meclis bir konsensus ile açılmıştır.

Bugünlerde ilgi ile izlemeye gayret ettiğimiz ''Ya İstiklal Ya Ölüm'' adlı dizide tam da o zamanlar ve yerler tasvir ediliyor. Dizide çok noksanlar ve hatalar var ama her şeye rağmen izlenmeli ve milli ruh ve heyecan diri tutulmalıdır. Ama çok daha iyi çekilebilirdi.

Ben burada bu mevzulara derinlemesine inmeden sadece vefat yıl dönümü vesilesi ile anmak istediğim Mareşal Fevzi Çakmak’ın 24 Nisan’da Devlet Başkanımız Sultan Vahideddin Han tarafından yolcu edilip de Ankara’ya vardığı tarih olan 27 Nisan 1920’de yani Büyük Millet Meclisi’nin açılışından sadece 3 gün sonra törenle karşılanıp bizzat Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın daveti ile kürsüye çıkıp yaptığı tarihi konuşmayı yazacağım. Sadece bu konuşmayı yani 27 Nisan 1920’de BMM kürsüsünde Fevzi Paşa’nın bu hitabetini ve Meclis sıralarından kendisine diğer milletvekillerinin iştirak ve desteklerini yorumlarını aktaracağım. Bu yazacaklarımın kaynağı şu anda dahi Türkiye Büyük Millet Meclisi Zaptı Ceridelerinde var. Şimdi dahi üye olmak kaydıyla çevrimiçi internetten girip bakabilirsiniz resmi meclis arşivlerine.

Şimdi sizi vesikalandıracağım. Bu hitabet yani Mareşalin 27 Nisan 1920 tarihli meclis kürsü konuşması Türk İnkılap Tarihinde bizlere neredeyse 90 sene yutturulan birçok palavrayı tek başına izale (yok) etmeye muktedir bir konuşmadır. Fevzi Paşa’nın bu hitabetini okuyan her vatan evladı; ne Sultan Vahideddin Han’ın (haşa) hain olduğuna inanır ne Şeyhülislam Dürrizade’nin Mustafa Kemal Paşa için sözde verdiği İdam Fetvasına inanır ne de İstanbul Hükümetinin hattı zatında Damad Ferid Paşa’nın dahi Ankara’nın aleyhine olduğuna inanır. Hiç birine inanmaz…

Evet, ben daha fazla yorum yapmadan sözü dönemin müstafi Harbiye Nazırı ve yeni Ankara’da ki meclisin mensubu ve müstakbel Erkan’ı Harbiye Umum Reisliği vazifesini Albay İsmet’ten alacak olan Mareşal Fevzi Çakmak’a bırakıyorum. Biz susalım Tarihi Vesikalar konuşsun şimdi...

27 Nisan 1920 açılışın 4.günüdür. Mecliste bir hareketlilik vardır. Meclis kürsüsünde Meclis Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa şunları söyledi; “Efendim resmi görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa hazretleri (Mareşal Fevzi Çakmak) Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi Paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın. (Meclisten hep beraber karşılamaya gidelim sesleri) Mustafa Kemal; “Peki efendim o halde bütün Meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu sebeple Meclisi tatil ediyorum” dedi. 

Hep beraber kendi ifadesi ile padişahın emri üzerine Ankara’ya gelen Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Mareşal Fevzi Çakmak’ı karşılamaya gittiler. Büyük Millet Meclisine gelen Çakmak Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın odasında bir süre istirahate çekildi. Ardından meclis görüşmelerinin yapıldığı yere girdi. Alkışlar eşliğinde kürsüye çıktı. Ve hemen hemen hiç kimsenin bilmediği şu tarihi konuşmasını yaptı;

Sevgili mebus arkadaşlar; söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim. ( Şiddetli alkışlar ) Ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim. Efendiler, gerek padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beş yüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felaketzedelerdeniz.

İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’ a, Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. Şehzadebaşı’ndaki yatakhanelerinde uyuyan bir askeri birliği taradı. Canlı kalan askerleri dışarıda halkın gözü önünde öldürdü. O sırada İngilizler, Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler. Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir harbiye nazırı, İstanbul’un hür ve makam-ı hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok üzülmüştüm. Bu konuda derhal sadrazama (Başbakan’a) malumat verdim. Bakanlar Kurulu’nun toplanması emrini verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından, nefret dolu bakışları altında katılmak üzere bakanlık binasından çıktım. (Kahrolsunlar sadaları…)

Hükümet de askerlerimizin şehit olması noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı. Bir gün sonra Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim. Namazdan evvel padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir halde bulunuyorlardı.

Ve bana dediler ki;

-“Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dini mükellefiyet. 50 yıllık bir yıkımın enkazı altında kalmakta bana çok ağır geliyor. Bu enkazın altında ezildik” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Ertesi hafta padişahımız beni Cuma selamlığında tekrar karşıladı ve buyurdu ki; ( halifemiz bana )

-Paşam aman Anadolu ile irtibatı temin ediniz”.

Ben de;

-“Efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor. ” dedim.

Bu sözüm üzerine zat-ı şahane bana;

-“Olsun sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz” buyurdular.

Arkadaşlar İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvay-i Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemezdik ve etmedik de. Çünkü Kuvay-ı Milliye’ yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmektir. Biz bunun farkındaydık.

Sonra dediler ki;

-“Siz ve Padişahınız Kuvay-ı Milliye’ yi reddetmezseniz bütün yolları keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halka buğday verip, Türk halkını açlığa terk ederiz.” Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekâtı ve Kuvay-ı Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik (Meclisten kahrolsunlar sedaları)…

 Padişahımız Ankara’nın zaferleriyle sevinip başarısızlıkları ile hüzünlenmekteydi.

O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla, tehditle o mahut fetvayı aldılar (İdam fetvasını diyor) Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı, Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı. Malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoru ile alınmış ve İslam milletinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm Meclisten “Şüphesiz” sedası yükselir…) Konya Milletvekili Refik Bey; “Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur” demiştir.  İstanbul’dan padişahın telkin ve emirleriyle Ankara’ya geçen Fevzi Çakmak sözlerini bitirerek kürsüden inmiştir.

Padişah Sultan Mehmet Vahideddin han, harbiye nazırı Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’ya hitaben;

-“Git, sen de Ankara’ya git. Burada yapılacak bir iş kalmamıştır” Bunun üzerine Harbiye Nazırı Mareşal Fevzi Çakmak 26 Nisan 1920 günü İstanbul’dan gizlice çıkmış ve 27 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaşmıştır. Evet, arkadaşlar sadece Mustafa Kemal Paşa’yı, Kazım Karabekir’ i, Rauf Orbay’ı Refet Bele’yi, Hüsrev Gerede’yi değil Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak’ı da Anadolu ya, hem de Ankara’da Meclise katılması için, Padişah-Vahidüddin Han göndermiştir! Belge mi istiyorsunuz? Hay hay! Buyurun efendim: TBMM Zabıt cerideleri Yolunuz Ankara’ya düşerse, ya da internetten TBMM arşivine girerseniz hepsi orada duruyor!

Evet, “Dürrizade Dürrizade” diyenler, “Mustafa Kemal Paşa’ya idam fermanı verildi” diye temcit pilavını 100 yıldır önümüze dayayanlar, Mareşal Fevzi Çakmak’ın bugün dahi Meclis arşivinde bulunan ve internetten kolayca ulaşabileceğiniz 27 Nisan 1920 tarihinde Meclis kürsüsünden yaptığı tarihi konuşmayı okuyunca; zabıt ceridelerinde ki vesikaları görünce acaba hiç utandılar mı? Kuvay-ı Milliye’ ye zaman kazandırmak ve İngilizleri oyalamak için göstermelik-uyduruk fetva ile idam fermanına, bu 100 senelik yalanlara inanan ahmak kaldı mı? Yani Atatürk’ün en büyük silah arkadaşı tüm İnkılaplar yapılırken tamamına göz yuman ve başında olduğu silahlı kuvvetlerle her türlü desteği veren Türkiye’nin en uzun süre Genelkurmay Başkanlığını yapmış Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’ya da mı inanmıyorsunuz yoksa?

Benim 10 Nisan 2020 itibarı ile Mareşal Fevzi Paşa’nın vefatının 70’inci sene-i devriyesinde hatırladıklarım bunlar. Ne diyelim... Mevla’nın Rahmeti sonsuzdur... Dilediği kullarına rahmet eder. Biz ancak tarihten okuyup öğrendiklerimizi yazabiliyoruz. Yüce merhamet ve rahmet sahibi Allah cümle ölmüşlerimize rahmet eylesin.

Makale Yorumları

  • Osman23-04-2020 14:46

    Merhaba! Çok etkilendim bana bu ve bu gibi konularda önereceğiniz kitap var mi?

Yorum Yazın