Mustafa ARMAĞAN

Mustafa ARMAĞAN

Mail: marmagan1@hotmail.com

Medine-i Münevvere’nin Diriltici İlhamı

Suudi Arabistan’ın kuzey batısında bulunan Medine-i Münevvere şehri Müslümanların Mekke’den sonra ikinci haremi yani kutsal mekânıdır (üçüncüsü ise Kudüs-i Şerif’teki Mescid-i Aksâ’dır).

Hz. Peygamber’e (sav) ve onun getirdiği evrensel İslam mesajına kucağını açarak ev sahipliği yani “ensârlık” yapma şerefine nail olması bu mütevazı şehri İslam tarihinde Mekke-i Mükerreme’den sonra benzersiz bir mevkie oturtmuş bulunmaktadır.

Mekke kurulduğu zamandan beri aynı zamanda bir ticaret merkeziydi. Oysa Medine daha çok bir tarım beldesi hüviyetindeydi. Şehrin etrafı hurma bahçeleri ve tarlalarla çevriliydi ve büyükçe bir köy görünümündeydi. Bu bakımdan şehrin İslam tarihine dahil olduğu tarihin, yani Yesrib’den Medine’ye doğru geçirdiği dönüşümün arka planı, aynı zamanda bir kasabanın bir şehre, aslında muhteşem bir medeniyetin ayak seslerinin ilk kez işitileceği yeni bir şehir modeline doğru geçirdiği büyük dönüşüm olarak nitelendirilebilir.

Mekkeli müşriklerin yıllar yılı uyguladığı baskı ve işkence sonucunda İslam Peygamberi’nin sonradan Hicrî tarihe başlangıç teşkil edecek olan miladi 622 yılında Medine’ye kutlu hicreti, şehrin kaderini geri dönülmez bir biçimde etkilemiş, ismine varıncaya kadar olanca çehresini ışıltılı bir çerçeveye büründürmüştür. O zamana kadar adı "kınamak, hataları yüzüne vurmak, kötülemek, fitne ve fesat çıkarmak” manalarına gelen Yesrib olan şehir, sevgilisinin teşrifinden sonra Medinetü’n-Nebi, yani “Peygamberin Şehri” olarak adlandırılmış ve bu isim sonradan halkın dilinde kısaltılarak sadece “Medine” şeklinde yerleşmiş ve öyle de kalmıştır.

Mekke’nin 430 kilometre kadar kuzeyinde yer alan Medine şehri bu tarihten sonra Müslümanların kendilerini güvende hissettikleri emin bir belde olarak Mekke’nin fethine kadar başkent ve karargâh vazifesi görmüş ve İslâm’ın ilk yıllarının şehir olarak sembolü olduğu için ismi Kur’ân-ı Kerim’de “Medenî sureler”e verilmiştir.

İslam ümmetinin başının üstüne bir çatı çatmak ve bu suretle onun şemsiyesi altında dinini yaşayıp geliştirmek imkânını sayesinde bulduğu Medine, İslamın inkişaf ve güçlenme yıllarına damgasını vuran şehir olarak hususi bir yere sahiptir. Bu yüzden Resulullah Efendimiz (sav) fetihle beraber Mekke’ye dahil olduktan sonra da Medine’de ikamet etmeyi tercih etmiş, nihayet bu şehirde miladi 632 tarihinde dar-ı bekaya irtihal etmiş ve mübarek nâşı başka bir yere nakledilmeyip vefat ettikleri odaya defnedilmiştir.

Resulullah Efendimiz’in (sav) defnedildiği Hz. Aişe’nin odası zamanla Hz. Fatma (ra), Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in (ra) de gömülmesiyle genişlemiş ve Müslümanların Hacc veya Umre ibadetlerini eda ettikten sonra mutlaka ziyaret ettikleri kutsal mahallerin ikinci sırasına yerleşmiştir. Müslümanlar bu ziyaretle onun huzuruna hürmetle çıkar, gözyaşı döker, salat u selam ve dualar eşliğinde ona layık mümin bir Müslüman olmaya söz verir, kendisinden ahirette şefaat niyaz ederler.

İlk şehrimiz, ilk başşehrimiz

Aslında Medine, Mekke’nin fethinden sonra kırk yıl kadar İslam devletinin başkenti olma özelliğini devam ettirmiş, hatta Hulefa-i Raşidîn, yani ilk Dört Halife zamanında da başkentlik mevkiini muhafaza etmiştir. Nihayet Emeviler Şam’ı fethettikleri zaman, 661 yılında başkenti bu şehre nakledecektir.

Resulullah Efendimiz (sav) Medine’yi hicret etmek suretiyle teşriflerinde ilk olarak İstanbul’un mutena bir köşesini aziz varlığıyla kutsal bir belde haline getirmiş olan ve anne tarafından akraba oldukları bilinen Eba Eyyub el-Ensarî’nin evinde ikamet etmiştir. Lakin Medineli müminlerin ilk işi onu misafir konumundan kurtarıp peygamberlerine müstakil bir ev inşa etmek olmuştur. Ev, Efendimizin devesinin çöktüğü boş arazide inşa edilmiştir. İnşa edilen evin bir bölümü ise mescid olarak ayrılmıştır.

İşte “Mescidü’n-Nebevî” adıyla anılan bugün devasa boyutlara ulaşmış bulunan yapının aslının kare şeklinde olup dıştan bir adam boyu kerpiç bir duvarla çevrilmiş olduğunu biliyoruz.

Asırlar içinde pek çok ilaveyle genişleyen ve nihayet günümüzde neredeyse bir kasaba boyutlarına ulaşan bu ilk yapı, aynı zamanda Medine’nin bir İslam şehri olarak şekillendirilmesinde çekirdek vazifesi ifa etmiş olup şehrin diğer bölümlerinin teşkiline de modellik etmiştir. Bu model dalga dalga Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarındaki İslam şehirlerine de sirayet edecektir.

Resulullah Efendimiz (sav) zamanla çevresine doğru katman katman genişleyen şehrin merkezinde kalmış bulunan Mescidü’n-Nebevî’nin doğu kısmında idarî ve siyasî işlerini yürütmüştür. Buraya Hz. Ömer (ra) zamanında müstakil bir idare binası ilave edildiği biliniyor.

Medine hicret sırasında ticaretiyle ünlü Mekke’den Müslümanların hicretiyle beraber klasik bir tarım şehri hüviyetinden çıkmış, aynı zamanda canlı bir ticarî hayatın merkezi haline gelmiştir. Şehirde bizzat Peygamber Efendimiz (sav) tarafından çeşitli çarşılar kurulmuş, var olanlar da canlandırılmıştır.

Sadece ticaret merkezleri olarak değil, aynı zamanda “ev” tipleri bakımından da Müslümanların ilk şehir ve medeniyet tecrübelerinin beşiği olmuştur Medine-i Münevvere. Eskiden Medine’de hurma ağacının dal ve yapraklarıyla örtülü basit kerpiç kulübelerin yanında iki katlı evlerin de mevcut olduğu biliniyor.

Akik Vadisi’nde ise çok daha görkemli kasır ve sarayların mevcudiyetinden söz eder tarihçi İbn Hişam. Emevî devrinin sonlarına doğru görkemli Akik Vadisi su ve ağaçlarla donatılarak bir mesire haline getirilmiştir.

Hanelerin çoğunun daha sonra İslam medeniyetindeki evlerin değişmez bir unsuru haline gelecek olan bahçeli veya avlulu ev modelinde inşa edildiği Medine’nin kafesli birkaç katlı evleri Medine Müdafii Fahreddin Paşa’nın şehri terk ettiği 1919 Ocak’ına, hatta Abdülaziz ibn Suud’un idareyi ele aldığı 1930lu yılların ortasına kadar varlığını korumaktaydı.

Eskiden surlarla çevrili bulunan Medine’de deve kervanlarının yük bindirme ve indirme işleri Mirbad diye adlandırılan meydanda yapılmaktaydı. Bu meydan zaman zaman sportif amaçlara da tahsis edilmekteydi.

İlhamlarıımızın kaynağı

Medine her şeyden önce Resul-i Ekrem Efendimiz’e (sav) en dar zamanında kucak açan şehirdir. Dahası onu müşfik kollarına aldıktan sonra da bırakmayan şehir…

Bu yüzden “Keremli Mekke”nin (Mekke-i Mükerreme) yanı başında “Nurlanmış Medine” (Medine-i Münevvere) adıyla İslam tarih ve medeniyetinin şafağında ebedî bir modeli (numune-i imtisali) teşkil etmiş, o gün bu gündür ebedî bir nur kaynağı olarak parlamaya; sakinleri ve ziyaretçilerine ve dahi İslam dünyasına, nihayet son halkada insanlığın kalbine diriltici ilhamlar saçmaya devam etmektedir.

O ilhamı ecdad pekala almıştı, biz niye alamayalım?

 

Yorum Yazın