Elif E. BAYRAKTAR

Elif E. BAYRAKTAR

Mail: elif.alaca@hotmail.com

Öğüt Alabilecek Olanın Öğüt Alabileceği Kadar Ömür

Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti... (Fatır 35; 37)

 

Dünyanın, kusursuz bir imtihan sistemi ile kurulmuş geçici ve kısa süreli bir yurt olduğu çok açık. Ve asıl yurdun ahiret olacağı, Rabbimiz tarafından tüm insanlara, tarihin başından bu yana elçileri ve kitapları vasıtasıyla haber verilmiş. Sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatının tüm detayları da Kur’an’da vurgulanmış. Ancak insanların büyük kısmı, yine de bu gerçeği göz ardı eder ve ‘dünyaya bir daha mı geleceğiz’ çarpık mantığıyla, kendi deyimleriyle ‘hayatın tadını çıkarma’ya bakar. İnsan bir an durup şunu düşünmeli; bu kadar kısa bir yaşamın tamamının eğlenerek geçtiğini varsaysak bile, bunun sonsuz yaşam yanında ne kadar değeri olabilir?

 

Yüce Allah gökleri, yeri ve bu ikisi arasındaki her şeyi yoktan var eden, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve bütün eksikliklerden münezzeh olandır. Tüm diğer canlılar gibi insanı da yoktan var etmiş, ona sayısız üstün özellikler vermiştir. Hiçbir insan henüz oluşum aşamasından itibaren, bu özelliklerinden birini dahi kendi başına elde edemez. Bedenimize yerleştirilen işitme, görme, solunum, sindirim, dolaşım gibi bütün kompleks sistemler, bizim hiçbir müdahalemiz olmadan hayatımız boyunca durmaksızın çalışır.

Bahşettiği sayısız nimet karşılığında Rabbimizin insandan istediği, Kendisine kulluk etmesidir. Fakat büyük çoğunluk, kendi yaşamını diğer insanlardan farklı görür, dünyada farklı bir konuma sahip olduğunu zanneder. Oysa genç-yaşlı, zengin-fakir, güçlü-güçsüz her insan, sınırsız büyüklükteki evrende bulunan yüz milyarlarca gezegen düşünüldüğünde, dünyada bir nokta kadar bile yer kaplamadığını fark edebilir.

 “Dünya hayatını ahirete göre daha sevimli bulmalarından” (Nahl 16;107)dolayıdır ki, tüm amaçları yalnızca dünyayı ‘doya doya yaşama’ya yönelik olan kimseler ölümü düşünmez, hazırlık yapmazlar. Dünyanın geçici metaından olabildiğince yararlanmak, hatta her ‘şey’in hep daha iyisini, daha güzelini isterler. Ne kadar nimet içinde yaşarlarsa yaşasınlar mutlu olamazlar. Haz alamamak bir yana, her güzellik ruhlarını yakar kavurur, işkence olur.

Çünkü dünya hayatında sahip olmak için insanın durmaksızın çaba gösterdiği ve zamanla eskimeyen, bozulmayan ya da çürümeyen hiçbir şey yoktur. Bu ‘şeyler’e ömrü boyunca bakım yaptığı, görünümüyle övündüğü, herhangi bir özelliği nedeniyle gurur duyduğu kendi bedeni de dâhildir. Dünya üzerinde zamanın yıpratıcı özelliği ile yok olmayacak tek bir güzellik yoktur. İnsan yaşlanır, çiçek solar, en güzel ev zamanla yıpranır. Bu Allah’ın hikmetli yaratmasıdır.

Allah dileseydi sonsuza kadar bozulmayacak güzelliklerle dünyayı doldurabilirdi. Ancak eksiklik ve acizlikleri yaratır ki insanlar O'nu tanısınlar, gücünü anlasınlar, kusursuz güzellik ve nimetlerin yurdu olan cennete özlem duysunlar. İnsandaki güzelliği arzu etme duygusu da zaten bir ‘kusursuzluk’ arayışı değil mi?

Bunca aczine rağmen insanın dünyaya bu kadar bağlanması çok hayret verici. Bu büyüklük hissi, bu enaniyet, büyük bir mucize. Her gün defalarca aczini ve zavallılığını gören insanın bunu yapamaması gerekir. Nefsi bu denli azgın olan insanı Allah, "insan çok zalim, çok cahildir" ifadesiyle tarif eder.

Âcizlikler insanı uzaklaştırmak değil, Allah’a yaklaştırmak için vardır; insanı en kısa yoldan Rabbine bağlar. İnsan eksik sıfatlarıyla Yaratıcısının mükemmel sıfatlarına ayna olur, sınırsız acziyle Rabbinin sınırsız gücünü kavrar.

İnsanın görevi aczinin kanatlarıyla Allah’a kulluğun en yüce makamlarına uçmak iken, hırsla dünyevî güzelliklerin ardında koşar, boşa bir çaba harcar. Bilinçsizce, seraba ulaşmak için uğraşır, yorulur. Geçici güzellikler için bu kadar çaba içinde olmanın bir anlamı var mı?

Allah, insanların kendisine yönelmeleri için çeşitli olaylar ve ortamlar yaratır. İnsana aczini ve çaresizliğini gösteren sıkıntı ve zorluklar, gaflet perdelerinin aralanması için verilen yeni birer fırsattır. Çünkü zorlukla yüzleşirken aczini anlayan insan, ardından vicdanının sesine kulak verdiğinde hatalarını görür ve kendisini düzeltmeye gayret eder. Zor zamanlar, Allah'a yönelme fırsatıdır.

Merhametlilerin en merhametlisi Allah, herkese öğüt alıp davranışlarını düzeltebileceği bir süre verir. İnkârcıların da kendilerine verilen bu süre dolana dek ahiretteki cezaları ertelenir ki azaba girdiklerinde öne sürebilecekleri mazeretleri bulunmasın. İnkârda kararlı olanlara, kötülüklerini ellerinden geldiği kadar sergileyebilecekleri fırsatlar verilir. Böylece ahirette kendileri için lâyık oldukları karşılığa kavuşmalarına yetecek delil toplanmış olur.

Yaşamlarını Allah'tan ve dinden uzak geçirmiş kişiler, azaptan kurtulmak için Allah'tan bağışlanma diler, yeniden dünyaya dönmek ve yitirdiklerini kazanmak için bir fırsat daha isterler. Ama kabul edilmez. Çünkü Kur'an'da bildirildiği gibi onlara, "öğüt alacak olanın öğüt alabileceği kadar bir süre" verilmiş, sonsuz ahiret hayatı, cennet ve cehennem hatırlatılmış ancak onlar bilerek gerçeklerden kaçmışlardır. İstekleri kabul edilip dünyaya yeniden döndürülseler bile inkâra devam edecekleri, "Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir..." (Mü'minun 3; 100) ayetiyle haber verilir.

Geçici dünyayı gerçek yurt edinen, verilen süreyi ve tanınan fırsatları değerlendirmeyen inkârcılar, ölüm anından başlayarak Allah'ın vaadinin gerçekliğine tanık olurlar. Gerçekleri şimdi şu an düşünüyor olmak, içlerindeki pişmanlığı daha da artırır. Böylesine büyük pişmanlığı yaşamamak insanın elindedir. Ölümün ve ahiret hayatının gerçekliğini kavramak için, onlarla karşılaşacağı zamanı beklememeli insan. Yalnızca Allah'ın vaadi yeterli olmalı.

Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim sapasağlamdır. (A'raf 7; 182-183)

Yorum Yazın