Elif E. BAYRAKTAR

Elif E. BAYRAKTAR

Mail: elif.alaca@hotmail.com

Orada ‘Kimse’ Var!

O 17 Ağustos’u Adapazarı’nda yaşamıştım. Büyük bir felaketti, çok büyük acılar yaşandı o gece. Bugün yıldönümü; üzerinden tam 21 yıl geçmiş.

Dünya hayatında zorluk ve sıkıntıyla eğitir bizi Allah. Zorluklar olmalı ki O'na olan bağlılığımızı ve sadakatimizi kanıtlayabilelim. Yaşadığımız her zorluk Rabbimizin üstün gücü karşısındaki aczimizi hatırlatır. İnsan, yaşanan felakete engel olamadığında, aczinin ve Allah'ın yardımına ne denli muhtaç olduğunun farkına varır.

Allah, yarattığı felaketlerle insanlara, dünya üzerindeki yaşamın gerçekte pamuk ipliğine bağlı olduğunu, Kendi büyüklüğünü, gücünü ve O'nun dilemesine karşı duramayacaklarını hatırlatır. Ve dünyaya yönelik çabalarının o an hiçbir karşılığı ve kazancı olmadığını...

Allah dilese, saniyeler süren depremler, yangınlar, yanardağ patlamaları, sellere yol açan yağmurlar saatlerce hatta günlerce sürebilir. İnsanlar, başlarına gelenlerin şaşkınlığını yaşarken, yeni felaketlere maruz kalabilirler. Bu, kuşkusuz Allah için kolaydır. Ancak Allah rahmetiyle insanları korur.

İngiliz filozof John Hick şöyle diyor:

“Dünya bir gözyaşları ırmağı değildir. Bir ruh oluşturma ırmağıdır. Anne babalar çocuklarını bazı zevklerden mahrum bırakırlar. Onların bazı şeyleri acı tecrübelerle öğrenmelerine de izin verirler. Hatta ceza verip acı çektirirler. Bunu yapmalarının nedeni kısa vadeli hazzın yanında kendine hâkim olma, bilgelik, ahlâki erdem ve kendini gerçekleştirme gibi önemli şeylerin var olduğuna inanmalarıdır. Çocuğun bakış açısından bu zalimce görünür. Ancak bu görüş yanlıştır ve çocuğun bu görüşü savunmasının nedeni anne babanın daha geniş perspektifini kavrayamamasıdır. ”

Evet, dünya bir ruh oluşturma, ruh olgunlaştırma ırmağı. Zorluk zamanında kişi samimi iman sahibiyse imtihanında Rabbini görür; sabreder, tevekkül eder. Sıkıntısını giderecek olan Allah'tır; bunun bilincinde O'ndan yardım diler, içten dua eder. Bu, iman sahibinin eğitim sürecidir; insan böylece Rabbine daha da yakınlaşır.

 Doğal felaketler kaderin bir tecellisi olarak meydana getirilen olaylar. Canları Allah verir, Allah alır. Bazen tek tek bazen topluca ölür insanlar. İnsanlar tek tek öldüğünde normal karşılayan insan, özellikle bir felaket sonucu topluca ölüm olduğunda da isyan etmemeli.

Kendi iradesi dışında doğan insanın, yine Allah'ın dilemesiyle yaşamı sona erer. O halde ölümler karşısında üzülmek, isyan etmek, direnmek yanılgı olur. Her bela, musibet ve felaket, gece ile gündüzün ard arda gelişi gibi Allah'ın kanunu. Her ölüm haktır; çünkü Hak’tan gelir.

Ölüm şekli ise insanın ölüm anında yaşadıklarının kıstası olamaz. Yani ölen kişinin o an yaşadıklarını, şahit olan insanlar anlayamazlar. “Siz bakıp durursunuz” buyrulur Kur’an’da. Bu da imtihanın bir sırrı. İnsanın görünüşte zorlukla can vermesi ya da ani bir kalp kriziyle uykuda bir anda can vermiş olması bir kıstas değil. Dolayısıyla yanarak, boğularak ya da betonlar altında ezilerek de can verse, iman sahibi insan-Kur’an’dan anlıyoruz ki- acı çekerek ölmez, canı güzellikle alınır. Örneğin, Peygamberimiz(asm)’ın da vefatı sırasında zorlu bir görünüm aldığı ve son sözlerinin ”Refik-i Âlâ’ya” (Yüce Dost’a) olduğu nakledilir.

Depremi unutturmasın Allah. Ve şunu da unutturmasın bize; zorluklar karşısında sabır ve tevekkül göstermeyen ve isyanı seçen kişinin, Rabbine döndürüldüğünde yaşayacağı pişmanlık çok daha zorludur. Ölümler karşısında yapmamız gereken Allah'a boyun eğmek, gönülden dua etmek, umudumuzu yitirmemek. Ölümle Rabbine kavuşanlar için Allah'ın hepsine rahmet etmesi ve sonsuz yaşamda güzellik ve nimetler içinde bir yaşam nasip etmesi için dua etmek. 

Hiç kimsenin dünyada kalmayacağı açık. Deprem, yangın ya da farklı bir sebeple de olsa her nefis ölümü tadacak; ölümü kabullenemeyen insan da tadacak. Ve her insan Allah'ın huzuruna gidecek.

Bir felaket sebep kılınarak da gerçekleşse, ölüm bir felaket değil, doğum gibi son derece doğal bir olaydır. Ölen insan iman sahibi ise onu Rabbine kavuşturan bir köprüdür. Unutmayalım; Allah kullarına zulmedici değildir.

O 17 Ağustos gecesi ve devamında yüreğimiz sızlatmıştı şu cümle; "Orada kimse var mı?"... Orada 'kimse' vardı. Kullarını her tehlikeden selamete çıkaran. Es-Selâm!

Yorum Yazın