Ufuk COŞKUN

Ufuk COŞKUN

Mail: ufukcoskunn@gmail.com

Siyasette HCG Modeli

İsterseniz buna örnek siyasetçi ya da rol model diyelim. Lakin o güzel insan bunu -haklı olarak- enayilik olarak takdim etmişti. Çünkü o, devlet kademelerinde yaşanan yozlaşmanın birebir şahidi olan, ahlak sahibi bir siyasetçiydi.  Ahlaklı olanın olmayanlardan daha az rağbet gördüğü, yükselmenin yolunun birilerinin sırtına basmaktan geçtiği, devlet malını yemeyenin enayi olarak görülüp dalga geçildiği ortamlarda bulunmuştu. 

Devlet kademelerine eşini, dostunu, akrabalarını yerleştiren siyasetçilerin rahatlığı karşısında yüzü kızaran bir siyasetçiydi o.

Bu kıymetli devlet adamı, “Artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir 'enayi' olduğumu itiraf ediyorum” diyerek söze başlayan rahmetli Hasan Celal Güzel’den başkası değildir.

Kendi ifadesiyle; ömrü, tâbir-i âmiyanesiyle “eşşek gibi” çalışmakla geçen, çalışma hayatında tek gün dahi izin kullanmayan ve bir gece bile doyasıya uyuyamayan bir ahlak abidesinden bahsediyoruz. 

Durum böyle olunca da ömrü boyunca “Ne akılsız adam yahu!' “Enayi” şeklindeki fısıltıları dinlemekle geçirdi.

Kendi ağzından dinleyelim;

“Üzerinde 'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım, devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. 

Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafa’m ve Elif’im, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda dahi oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.”

Size de tuhaf geliyor değil mi? Kimilerine göre de “enayi”!

Şimdi sıradan bir müdürün bile makam odasına ortalama 30-40 bin lira harcadığı(elbette cebinden değil) makam araçlarını özel işlerinde kullandığı, İHL okullarına teşvik edip kendi evlatlarını özel kolejlere yazdıran insanların artık kanıksandığı bir ortamda, Hasan Celal Güzel gibiler imalat hatası gibi görünüyor değil mi? 

Devam edelim... Rahmetli der ki;

”Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman “beleş” cep telefonlarımız da yoktu.

Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alın teriyle hak ettiği 'Vakıflar Genel Müdürü' olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.” 

İnanmakta güçlük çektiğinizi biliyorum. Bugün küçük bir devlet dairesinde dahi cereyan eden koltuk savaşlarını, dönen torpilleri, hak yemeleri, liyakatsizliği, adam kayırmacılığı, nepotizmi, rezaleti, sefaleti gördükçe; rahmetlinin değer ve kıymeti bir kez daha anlaşılıyor. Çünkü bu erdemli tavır tam anlamıyla bir Müslüman tavrıdır. Ben bugün dünyalık bir makam uğruna kul hakkına giren birinin Müslümanlığından şüphe ederim.

Rahmetlinin, bir dikili ağacı bile olmadı. “Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?” sözünü kendisine ilke edindi. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun inşallah.

Hasan Celal Güzel örneğini neden verdim? Çünkü artık böyle siyasetçileri mumla arıyoruz da ondan. Elbette ahlak, vicdan sahibi, vatansever, ilkeli, dürüst siyasetçilerimiz de var. Onları tenzih ederiz. Allah, onların sayılarını arttırsın. Lakin sadece siyaset dünyasında da değil bilhassa medya, STK, devlet kurumları, kültür, sanat, belediyecilik alanlarında da çok ciddi bir sefalet yaşanıyor. Bir ahlak krizi bu.

Bir ara muhafazakâr dindarların içine düştüğü bu ahlaki krizi izah ederken şöyle demiştim. “Sonunda kapitalizm, parayı, şöhreti, hırsı, ihtirası İslam âleminin kalbine zehirli ok gibi sapladı. Doğrudan kalbimizi hedef alan bir oktu bu. Biraz para, biraz şöhret biraz da makam gördüklerinde en temel ahlaki ilkelerinden bile vazgeçebilecek derecede alçalan, tiksinti verici, dehşet bir mekanizma inşa ettiler. 

Bugün inşa edilen bu düzeneği, tahrip edilmiş ruhlardan, gırtlağına kadar kibre batmış, aynı tornadan çıkmış ekşi suratlarından anlamak mümkün.”

“Biz evvela kendi içimizde verdiğimiz o büyük savaşı kaybettik” demiştim. Kendi içinde verdiği savaşı kaybeden artık hiçbir savaşı kazanamaz. İnsanlaşma yolunda verdiğimiz mücadeleyi askıya aldık. Şimdi aylık ortalama 50 bin lira gelir elde eden ümmetçi yazarlarımız oldu.

En ahlaki mevzularda bile önce “para” dendiği ciddi bir ahlaki çöküntüden bahsediyorum. Açıkçası adını “dava” koydukları bir para biriminden bahsediyorum. Biz bastık bu parayı! Hem de ahlak maskesi takarak.” Ne acıklı bir durum bu.

Başkan Erdoğan hemen her ortamda işte tam da bu krize vurgu yaparak “Kendinize gelin” çağrısı yapıyor. Çünkü bu kriz bizi her geçen gün uçurumun kenarına doğru itiyor. Artık dava, çile, mücadele gibi lafları millet hafife alıyor. Neden? Çünkü her dava dediklerinde ardından bir makam emeli/hedefi çıkıyor da ondan.

Bu yüzdendir ki Hasan Celal Güzel gibi ahlak sahibi, ülke sevdalısı insanlara ihtiyacımız var. Varsın enayi desinler. Şerefsizce bir hayatı kendinize kayık göreceğinize enayi olarak anılın ondan evladır.

Yorum Yazın