İstanbul
11 Mayıs, 2025, Pazar
  • DOLAR
    38.61
  • EURO
    43.78
  • ALTIN
    4135.9
  • BIST
    9.279
  • BTC
    102916.45$

Sömürgecilik Tarihi

14 Şubat 2019, Perşembe 13:43 1684 kez okundu.

Sömürgecilik, başkalarına ait olan maddî-manevî bütün kaynakların bir ulus ya da devlet tarafından zorla ele geçirilmesi ve götürülmesi anlamında kullanılan bir tanımlamadır. Terimsel kavramı “colonisation” idi. Avrupa toplumları, artan nüfus yoğunluğuna rağmen sınırlı toprağa sahip olmanın baskısı ile Akdeniz ve doğudaki Osmanlı hâkimiyeti arasında sıkışmanın sonucu açık denizlere yönelmişlerdi. Batılarında da yakın zamana kadar Endülüs Müslümanları bulunuyordu. Veba gibi salgınlar mevcuttu. Bununla beraber feodal devletler birbirleriyle mücadele halinde idiler. Küçük bir alan gibi olsa da 300’e yakın devlet bulunuyordu. Portekizliler ve İspanyolların öncülüğünde atılan bu adım sonucu karşılaşılan yeni topraklar ve deniz yolları, 1494’te İspanya ile Portekiz arasında varılan ünlü ‘’Tordesillas’’ Antlaşması ile bu iki ülke tarafından paylaşıldı. Böylece farklı Avrupa devletlerinin Dünya’nın pek çok bölgesini keşif, fetih, ilhak ve iskân etmeleriyle ortaya çıkan, yeryüzündeki zenginliklerin, hazır kaynakların ve insan-emek gücünün (köleleştirme) Batı’ya aktarılması ile Avrupa inanç, kültür ve hayat tarzı değerlerinin diğer toplumlara aktarılması, dayatılması süreci başlamış oldu. Sömürgecilik tarihini 4 dönemde inceleyebiliriz.

1. Birincisi Avrupa’nın deniz aşırı yayılmacılığa başlamasından 1763 Paris Antlaşması’na kadar,

2. İkincisi 1763’ten Birleşik Almanya’nın da ortaya çıktığı 1870’lerin ortalarına kadar,

3. Üçüncüsü 1875–1944 arasındaki çağdaş sömürge imparatorluklarının oluşturulması ve varlıklarını korudukları dönemlerdir.

4. II. Dünya Savaşı’nın ardından ise Yeni sömürgecilik gelmiştir. Aşamalar;

a) Portekiz ve İspanya, ardından Fransa ve Hollanda, en son da İngiltere öne çıkmıştır.

b) İngiliz egemenliği belirgin olmuş,

c) İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman, Rus, Japon ve Amerikan çıkarları yer alır.

d) Son aşama, bilgi ve teknoloji çağında siyasal, kültürel ve ekonomik sistemlerin egemen olduğu yeni bir dönem olmuştur.

Zaten sömürgeciliğin belli başlı üç nedeni;

1. Sanayileşen Avrupa devletlerinin hammadde ve pazar arayışları,

2. Gelişen ulusçuluk çağında güçlü ulus devletler inşa etmek arzusu

3. Nihayet ırkî, dinî ve kültürel üstünlük duygusunun ekonomik, siyasal ve askerî politikalarla dayatılmasıdır

Dünya tarihindeki birinci kırılma; 610 yılında Mekke’de İslamiyet’in doğuşudur. Yenidünyadan haberdar değiliz. Batı’da Roma’yı görmekteyiz. Diğer büyük devlet Sasanilerdir. İslamiyet 30-40 yıl içerisinde çevresini, 100 yıl içerisinde ise yukarıya çıkıyor. 711 yılında Tarık B. Ziyad İspanya’yı fethetti. 711’den 15. Asra gelinceye kadar Avrupa’yı bir yandan Endülüs diğer yandan Osmanlı sıkıştırıyordu. Avrupa’nın ahvalinde ise içeride bir savaş dizgini mevcuttur. Avrupa içler açısı durumunu izahı olarak “Tanrı günahlarının bedeli olarak Türkleri ve Müslümanları başımıza bela olarak gönderdi.” Açıklamışlardır. Günahlarını ise İsa Mesihin mesajını tam olarak anlamamakla bağdaştırırlar. İşte bu zor şartlardan kurtulmak için denize açılıyorlar. Bir kısmı Avrupa’nın kıyı şehirlerine ilerlerler. Bütün sömürgecilik için Real rasyonel bir sistem olduğunu hepsinin aynı koldan çıktığını bir üst akıl olduğunu söyleyebiliriz. Avrupa’dan doğuya gidenler kendilerinden daha gelişmiş bir medeniyet görürken batıya gidenler ise daha kütü durumlarla karşılaşıyorlar. Doğuya gidenler, doğu zenginlikleri karşısında “Bin bir gece” masallarını ortaya çıktığını görüyoruz. Doğunun sultanları, Avrupalılar gelince onları deniz kenarlarına barakalara yerleştirirler. Aslında doğu kültüründe deniz kenarında yaşama olgusu yoktur. Ancak Avrupalıların gelişiyle bu durum değişti. Avrupalıların deniz teknolojisi kotu durumda iken zamanla hızlı gelişim sağlıyor. Keza bu dönemde korsancılık mevcuttur. Buradan sigortacılığın temelinin çıktığını görmekteyiz. Bu gemileri finanse eden büyük şirketlerdir. Bu şirketlerle burjuva sınıfını görüyoruz. Burjuva dediğimiz sınıf, soylu olmayıp ama ticaret ile uğraşan gruptur. “Bu sınıfın ortaya çıkmasıyla bütün değişim ve dönüşüm, onların yeryüzünde tutunabilmeleri için ortaya çıkardıkları şeylerdir.” Çünkü bütün bu hikâyenin sonu burjuva devrimi ile bitecektir.

Avrupa’da uzun yıllardır devam eden para ve gıda sıkıntısı mevcuttur. Denizlere açılma ile bu sıkıntıdan kurtulurlar. Bu dünya tarihindeki ikinci kırılmadır. Burjuva olarak adlandırılan bu sistem deniz aşırı ticaret ile ortaya çıkmıştır. Kısa sürede hanedanları geri planda bıraktılar. Gemileri kazalarına karşılık teminat sigortası geliştirildi. Anonim şirket mantığı bu bilginin altında yatar. Bu mantık şudur ki; gemi batarsa sorumlu değil, ama kazanca ortaktır. Avrupalıların bulduğu bir sistemdir. Güvenliklerini sağlamak içinde yatırımlarını silah teknolojine yaparlar. Doğuda ise sermaye biriktirme kültürü söz konusu olmadığı için böyle bir sistemin doğudan çıkması beklenemez.

Can ve mal emniyeti evrensel bir olgudur. İlk önce avcılık ve toplayıcılıkla daha sonra yeni bir düzen olan yerleşik hayat olgusuyla karşılaştık. Daha sonra en güçlü olan ortaya atıldı ve meşrutiyet doğdu. İlk meşrutiyet kaba ve kuvvet idi. Daha sonra “töre” oldu. “Benim babam soylu” görüşü ile karşılaştık. Töre kadim olandır. Töre siyasal bir kavramdır. Kesinlikle örf ve âdet olarak karşılaştırılmaması gerekir. Daha sonra “ruhban” sınıfı bir düzen arayışı içine girecek ve sırayla askerler, tüccarlar, köylüler ve son olarak kölelerdir.

1. Yönetici (komünizm)

2. Ruhban (teolojizm)

3. Asker (diktatör)

4. Tüccar (kapitalizm)

5. Köylü (sosyalizm)

6. Köleler

Bu kast sistemini ikiye ayırırsak, kral ve tabaa’dır. Ancak kast sistemindeki 4. Sıradaki tüccarlar yerinden pek memnun değildir. Kendisi de yukarı çıkmak için aklı erene destekleyici olmuştur. Ve kısa sürede yönetici kısım üzerinde hâkimiyet kurmayı başarmıştır. Kast sistemini değiştirmek gerekir. Bu sistemi gelenekler ve din beslemektedir. Buradan da sekülerizm doğduğunu görmekteyiz. Geleneği devre dışı bırakmanın adı aydınlanmadır. İnsanoğlunun tarih yolculuğunda onu geri bıraktıran geleneksel değerlerden kurulmak olarak ortaya çıkmıştır. Meşrutiyetin kaynağı halktır. Halkta güçlü olanı, parası olanı destekleyeceğinden buradan parlamento doğar. Aslında bunların hepsi burjuvanın devrimidir. Burjuvanın akıl oyunudur. Sanskritçe göre Hindistan’a “baharat” denilmektedir. İngilizlerde, indus nehirden dolayı buraya “indian” demişlerdir.

Dünyanın hâkimi Müslümanlar iken 16. yüzyılda bir kırılma meydana geldi. Bu kırılma sonrasında dünyanın dengesi değişti. Avrupa'da kapitalizm ve burjuva devrimi gerçekleşmişti. Bu durum bize geleneksel yöntemle ilerlemenin mümkün olmadığını ve yeni paradigmalar üretmek gerektiğini gösterdi. Dünya haritasında bu değişimi gösterenler ise Avrupa devletleri oldu. Avrupa kendisine yeni alan bulmak için dünyayı şekillendiren kültür, ahlak, adet ve gelenekleri geride bırakıp yeniden kendisine göre bir düzen oluşturdu. Bu yeni düzen Avrupalı devletlerin kendi yararına olan bir düzendi ve diğerleri bunu ayak uydurmadı. Eski dünyada ‘’GÜÇ’’ önemliydi ve toprak imparatorlukları vardı. (Cengiz örnek olarak gösterilebilir.) Yani eski dünyada hâkimiyeti belirleyen şey ‘’ordu’’ ve ‘’toprak’’ iken yenidünyada bunların yerini ‘’ticaret’’ ve ‘’bilgi’’ yani ‘’PARA’’ aldı. Böylece yenidünyada farklılığı oluşturan ve aynı zamanda güç göstergesi olan şey bilgi ve para idi. Bilgi ve para arasında bir bağlantı vardır. Nasıl ki bilgisi olan Kolomb idi. Parası olan onun destekledi ve deniz aşırı seyahatler yaparak sermaye oluştu. Bu kadar sermayenin artışı farklı alanlara yatırımı oluşturdu ve silah teknolojisi ortaya çıktı. Yani bilgi ve para bir araya gelince dönüşümler başladı ve bu durum tüzel kişiliği inşa etti.

Tüzel Kişilik: Kendisi gerçek kişi olmayan sadece menfaati olan kişilerdir; bankalar sigortalar gibi. Mesela; Bir şirket kuruluyor ve sen evini, arabanı vs. o şirkete ödetiyorsun (vergi ile millet ödüyor aslında). Bu batının burjuva Devri'nin insana hediye ettiği bir sistemdir.

Bir diğer sistem ise ‘’sanal paradır’’. Sanal Para ile insanlar köleleştirir bu da insanları tüketim kölesi haline getirdi. 10 yıl ya da 20 yıl vadeli ev ve araba satarak bu insanları kendilerine bağlarlar bu insanlar artık bağlı olduğu için devrimci, hakkını savunan insan olamazlar. Yani olmayan paralarını harcayınca aslında hayatlarını ipotek etmiş oluyorlar. Bunda kurtuluşun tek çaresi ‘’Özgür İnsan’’ olmaktan geçer yani ne kadar az şeye ihtiyaç duyarsan o kadar çok şeyin olur. Özellikle insanlar bu sistemin içine doğduğu için bu sisteme olan bakışı ile yanlışı görememektedir. Statü yükleyerek insanları kontrol ediyorlar. 3 önemli kavram var. Bunlar; mal, hizmet ve sermayedir. Çünkü İnsanoğlu her şeyin en güzeline ve mükemmeline sahip olmak ister bu yüzden bu üç faktörün önüne engel konulmaz. Bu sistemde bir dönüşüm değişim sürekli devam etmektedir. İnsan var olan sistemi çözene kadar bir başka sistem gelmiş geçmiştir ve sistem dönüşüm yaşamıştır.

Bu sistemden iki türlü kurtulabilir ya onlar kadar çok öğreteceksin ya da ürettiğin kadar tüketeceksin. Üretmediğin şeye müptela olmayacaksın. (Hayatına kendin karar ver)

Aslında doğunun kadın diye bir meselesi yoktur. Türkler 1206 yılında Delhi Sultanlığı kurmuştur. Bu devlet Hindistan'da 300 yıl yaşadı. Raziye Sultan sultanlarından birisidir. Kadın problemi diye bir şey yoktur. Yoksa modern devlette Türkiye'de 1936 yılında 1950'li yılında Avrupa'da kadına seçme hakkı verildi...

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum