Mustafa ARMAĞAN

Mustafa ARMAĞAN

Mail: marmagan1@hotmail.com

Milliyetçiliğin Gölgeli Yüzleri

Hatırlayan olur mu bilmem: 1999 genel seçimlerinden milliyetçi vurgularıyla tanınan Bülent Ecevit’in Demokratik Sol Parti’si ve Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi’nin önde çıkmaları, özellikle de MHP’nin büyük bir sürpriz yaparak ve oylarını iki katına çıkartarak koalisyon denklemlerini alt üst etmesi, kamuoyunda milliyetçiliğe yönelik bir ilgi artışını da beraberinde getirmişti. Aslında 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’ye hakim olan mevcut “milliyetçi koalisyon”un temelleri o tarihte atıldı desek yanlış olmaz.  

  • Yeni yükselen değer milliyetçilik miydi?
  • Avrupa’da sol partiler iktidar rüzgârları estirirken Türkiye tam tersine içine mi kapanıyordu?
  • Bu eğilim, 2000’li yıllarda ülkemiz için bir geriye gidişi mi temsil edecekti?
  • Milliyetçiliğin bu yeni dalgası, iyice daralan özgürlüklerin ve demokrasinin alanını biraz daha daraltmayacak mıydı?

18 Nisan 1999 genel seçimlerinin sandık sonuçları belli olur olmaz yükselen benzeri sorulara dair sahanın uzmanlarından görüşler alınmış, araştırmalar yaptırılmış, milliyetçiliği 2000’e bir kala Türkiye’de “hortlatan” faktörler birilerince epeyce merak edilmişti.

Gerçekten de neydi bu milliyetçilik denilen şey ki, Avrupa Birliği gibi enternasyonal bir oluşumun eşiğindeyken, tam da bu en ‘olmayacak zamanda’ karşımıza heyula gibi dikilivermişti?

Aslında kafaların en karışık olduğu zamanlarda, yani statüko aniden alabora olduğunda zihinlerdeki kaosu müsekkinle yatıştırmak için daima aynı işleme başvurulur: Bütün açıklanamayan olaylar tek bir açıklayanın (explanandum) çuvalına doldurularak bir nevi rahatlama yoluna gidilir.

Hakikatte bu topu taca atma tavrı ciddi bir zihin tembelliğinin eserinden başka bir şey değildir. Olabilecek her şeyi bir güzel açıklamış görünmekten daha memnunluk verici bir şey olabilir mi hazıra konmaya alışmış kafalar için? At topu milliyetçiliğe, cümle işler olsun ayan! Konfor gibisi var mı?

 

Milliyetçiliği çözüm değil de sorun olarak kavramak mümkün mü?

Sanki Serge Cordellier’nin deyişiyle, milliyetçilik kendi içerisinde yeterince sorunsuz bir kavram veya olgu imiş gibi bütün açıklanamayan olguları Cemil Meriç’in deyişiyle “metafizik kötü kadına” açıklatmaya çalışmak, bir fasid daireye hapsolmak tehlikesini de beraberinde getirmiyor mudur?

“Genel bir jeopolitik ve ideolojik yeniden oluşum hareketinin damgasını vurduğu bu yüzyıl sonunda” diyor Serge Cordellier, “milliyetçilik” çok farklı yerlerden kaynaklanan gerçekleri tanımlamak için kolay bir yafta; sanki milliyetçilikten söz etmek somut koşulları tüm karmaşıklıkları içinde çözümleme gereğini ortadan kaldırıyor.”[1]

Öte yandan milliyetçiliğin açıklanması sosyal bilimler açısından ciddi güçlükler çıkarmaya günümüzde de devam ediyor. İmparatorluklar çağının kapanmasının ardından pıtrak gibi biten millî devletlerin, aslında insanlık tarihi zaviyesinden bakıldığında nevzuhur oluşumlar olduğu doğrudur.

Şu da doğrudur:

19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış fakat asıl bugünkü görünümlerini Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra almışlardır. Bir sosyoloğun tespitiyle söylersek Avrupa devletlerinin gerçekten tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmeleri için İkinci Dünya Savaşı’nın beklenmesi gerekmiştir. Bu cihan çapındaki paylaşım savaşından önce Avrupa’nın büyük bölümü hala tarım toplumlarının özelliklerini korumaktaydı. Keza 1914 yılında Avrupa ordularının hali de hiç iç açıcı görünmüyordu. Tarihçi Norman Stone’un ifadesiyle “Dört yılda dünya 1870’ten 1940’a sıçradı.”[2]

Teknolojinin hayatın kılcal damarlarına kadar nüfuzu nasıl yüzyılımızın ortalarına kadar Avrupa kıtasında dahi tam manasıyla gerçekleşmemiş bir vakıaysa, millî devletlerin tarihin karanlık dönemlerine kadar uzandığını iddia etmek de o kadar “muhayyel” bir hurafedir. Namık Kemal’in reddiye kaleme aldığı Ernest Renan’ın deyişiyle milliyetçilik, mitolojideki yaratıklar gibi, kendi kökenini bizzat kendisi kuran bir süreçtir.

Muğlaklık perdesi sosyal bilimlerin yoğun mesaisine rağmen milliyetçiliğin üzerinden henüz kaldırılabilmiş değildir. Zira bir milletin, mesela Türk milletinin 8. yüzyıla ait Orhun kitabelerinde bile millî şuura ermiş bulunduğunu iddia etmek için elde epeyce kanıt mevcutken, vezir Bilge Tonyukuk’un Çin’de yetişip eğitim görmüş olması gibi zıt yönde de epeyce kanıt bulunabilir ve o zamanki “millî şuur”un bugünkü milliyetçi ideolojiyle pek az ortak noktayı paylaştığı ortaya konulabilir.

Milliyetçi ideolojilerin tarihi yeni baştan yazdıkları, bu uğurda gerekirse tarihi tahrif etmekten çekinmedikleri de bir başka ilginç vakıa olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cumhuriyet’in en azından 1935 yılına kadarki erken döneminde ırkçılığa dek varan Türkçülük anlamında milliyetçilik, en bariz misalini Mimar Sinan’ın kafatasının –ikisi de antropolog olup tarihçi olmayan- Afet İnan ve Şevket Aziz Kansu gibi Türk Tarih Kurumu üyeleri tarafından mezarından çıkartılıp “Türk mü değil mi?” diye ölçülmesinde gördüğümüz gibi bir millet oluşturmak maksadıyla tarihin nasıl güdümlü olarak yazıldığını gösteren çarpıcı misallerle doludur.

Keza İsrail de 1946 Avusturya doğumlu İsrailli tarihçi Şlomo Sand’in Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi? adlı kitabında bariz delillerle ortaya konulduğu üzere[3]- millî bir Yahudi tarihi kurgulamak için belgeleri tahrif  suretiyle Siyonist ideolojiye kurban etmektedir.

 

Ya milliyetçilik olmasaydı?

Bu nokta doğru olmasına doğru, lakin modern anlamda milletin devlet ve ideolojisi olan milliyetçiliğin bir mahsulü olduğunu söylemek de onun arızî, köksüz, gelip geçici bir moda olduğu anlamına alınmamalıdır. Aksineİskoç siyaset teorisyeni Tom Nairn’in de belirttiği gibi milliyetçilik, demokrasi ve kapitalizmle birlikte modernliğin sacayağını oluşturmaktadır.

Maazallah imparatorlukların ortadan kalkıp küreselleşen, Immanuel Wallerstein’ın deyişiyle “dünya ekonomi”nin yerküreyi avuçlarına aldığı vahşi çağda milliyetçilik ve millî devletler de olmasaydı, bütün dünya küresel bir emperyalizmin pençesine çok daha zahmetsiz bir şekilde düşebilir, bu cihan çapında istilaya direniş daha aciz kalırdı.

Sonuçta Tom Nairn’in vardığı nokta, milliyetçiliğin tek bir içeriğe sahip yalın bir kavram olmayıp bir şemsiye kavram olduğudur. Etnik, dilbilimsel, fizyonomik ve dinî faktörlerle birlikte ele alınan milliyetçiliğin demokratikleşme ve modernleşmenin alternatif bir yolu olduğu da Liah Greenfield’in İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve ABD’deki milliyetçilikleri karşılaştırdığı kitabında[4] gördüğümüz gibi gitgide daha fazla paylaşılan bir akademik çerçevedir.

Velhasıl milliyetçilik, bir türlü tek bir sosyolojik teori tarafından üzerine ağ atılarak yakalanamamış, her yakaladığını zanneden teşebbüse gizlediği bir başka yüzünü göstererek ağların deliklerinden dışarıya sızmayı başarmış ilginç (protez) bir süreçtir ve modernlik ile harmanlanarak tekâmülüne devam etmektedir.

 

Milliyetçiliğin yüzleri

Esasen bir millete münhasır olmasına rağmen Tibet’ten Arjantin’e, İngiltere’den Kongo’ya, İsveç’ten Yeni Zelanda’ya kadar birbirine taban tabana zıt yapıya sahip toplumlarda neredeyse eşzamanlı olarak taazzuv etmesi ve her zuhur ettiği toplumda hem emsalleriyle ortak, hem de bambaşka yüzlerle karşımıza çıkması, yine Tom Nairn’in kitabına koyduğu başlıkta olduğu gibi milliyetçiliğin tek bir yüzü olmadığını, aksine “milliyetçiliğin yüzleri” bulunduğunu fark etmek, bu aşamada bir ilk hareket noktası olabilir bizim için.[5]

İşte bu bakımdan “bizim milliyetçiliğimiz”in hikâyesi bazı solcu veya İslamcıların zannettiği gibi yalnızca Batı’nın hayal ettiği cemaatin bir tür kopyası veya izdüşümü olarak değerlendirilmemelidir. Partha Chatterjee’nin “Kimin hayalî cemaati?” başlıklı yazısında etkili argümanlarla vurgulandığı üzere milliyetçilik daha ziyade kendi tasavvurumuzun yansıdığı bir sahne olarak okunmalıdır.

Sinema makinesi (sinematograf) bir Batılının icadı olabilir ama gösterilen film bizim hayatımızı yansıtabilir. Refik Halit Karay’ın ilk baskısı 1950 yılında yapılmış olan romanına koyduğu isimle söylersek, Bu Bizim Hayatımız’dır. Onu hikâyesini yazmak da bizim aslî vazifemiz olacaktır.

 

[1]Jean Leca (Hazırlayan), Uluslar ve Milliyetçilikler, Çeviren: Siren İdemen, Metis, İstanbul, 1998, s. 7.

[2] Norman Stone, Birinci Dünya Savaşı, Çeviren: Ahmet Fethi Yıldırım, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2019, s. 45.

[3] Şlomo Sand, Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi?, Çeviren: Işık Ergüden, Doğan Kitap, İstanbul, 2011.

[4] Liah Greenfield, Nationalism: Five Roads to Modernity, Harvard University Press, 1992.

[5] Tom Nairn, Faces of Nationalims: Janus Revisited, Verso, 1998.

Yorum Yazın