Bekir BAŞYURT

Bekir BAŞYURT

Mail: bekirbasyurt@hotmail.com

Osmanlıyı Yıkan Truva Atı; Yahudiler

Yahudilerin İspanya'dan Kovuluşu:

 Osmanlı Ağacının Gövdesine Kurt Sokulması

 

İspanya kraliçesi İsabella 'nın Hristiyan kilise ile işbirliği yaparak 31 Mart 1492 tarihinde ülkedeki bütün Yahudilerin, 2 Ağustos 1492 tarihine kadar ülkeyi terk etmeleri üzere ferman çıkarması 300 bin kadar İspanya Yahudi’sini iyice zor durumda bırakmıştı.

 

 İspanya Yahudileri bu ferman üzerine çeşitli Avrupa ülkelerinden sığınma hakkı istediler ama Osmanlı İmparatorluğu'nun dışında onlara sürekli kalmaları üzere kapıları açan olmadı.

 

 Osmanlı İmparatoru Sultan II. Bayezid 'in kendilerine sığınma hakkı tanıması üzerine 150 bin kadar İspanya Yahudi’si Akdeniz yolu üzerinden doğrudan Osmanlı topraklarına geldi.

 

 Diğerleri de Rusya üzerinden Osmanlı topraklarına geldiler. Kendilerine "Sefarad Yahudileri" denilen İspanya Yahudilerinin büyük çoğunluğu Selanik ve İstanbul'a yerleştirildi.

 

Mal varlıklarının çoğunu İspanya'da bırakan, yanlarına almış oldukları malları da İtalya'da uğradıkları limanlarda soyulan Sefarad Yahudileri Osmanlı topraklarına eli boş gelmelerine rağmen, Osmanlı devletinin kendilerine sağlamış olduğu imkanlarla kısa zamanda durumlarını düzelttiler. Bunların bazıları ticari alanda ilerlerken bazıları da devlet kademelerinde önemli mevkilere geldiler.

 

Osmanlı'nın Avrupa karşısındaki yenilgisinin alt yapısının oluşturulması işleminin 1492 yahudi göçüyle başladığını söylemenin yanlış olmayacağını sanıyoruz. Çünkü kuvvetli bir ihtimalle Avrupa 1492 sürgününde, yahudileri özellikle Osmanlı ağacının gövdesine bir kurt gibi sokmayı hedeflemişti.

 

 Bilindiği üzere Müslümanların büyük bir medeniyet merkezi haline getirdikleri Endülüs'ü İspanyollar işgal edince Müslümanları toplu katliama tabi tutmuşlardı. Ama Yahudileri her hangi bir katliama tabi tutmadan sürgün etmeyi tercih ettiler.

 

 Zira Yahudilerin fitne çıkarma, devletleri içinden yıkma konusundaki maharetleri onların tarihlerinden biliniyordu. O zaman Osmanlı'nın sürekli genişlemesinden ve güçlü bir dünya devleti haline gelmesinden rahatsız olan Avrupa, hiçbir savaşta bu devletin karşısında tutunamamıştı.

 

 Osmanlı, 1453'te İstanbul'u fethederek Hristiyanlığın köklü bir devleti olarak görülen Bizans İmparatorluğu'nu ortadan kaldırmıştı. Avrupa'nın ortalarına kadar uzanmıştı. Dıştan savaşlarla yıkılması ve yıpratılması mümkün olmayan bu devletin içten yıpratılabilmesi için içine kurt sokulmasına ihtiyaç vardı. Bu işi en iyi yapabilecek güruhun ise bu konuda binlerce yıllık tecrübeye sahip oldukları bilinen Yahudiler olduğu düşünülmüş olmalı. Bu yüzden İspanya krallığı Endülüs'ü ele geçirdikten sonra Müslümanları topluca katletmesine rağmen Yahudileri katletmeyerek Osmanlı topraklarına sürgün etmeyi tercih etti.

 

Yahudiler, 1492'de İspanya'dan çıkarılınca Avrupa ülkelerinin hiçbiri onları kabul etmedi. Olayı inceleyenler bunu genellikle Avrupa ülkelerinin onları istememesine veya bu ülkelerin yönetimlerinin insafsızlığına bağlamaktadırlar. Oysa bunun bu ülkeler arasındaki gizli bir ittifak sebebiyle yapılmış olması da muhtemeldir.

 

 Kudüs'ü ve Filistin topraklarını işgal için aralarında haçlı ittifakı oluşturan Avrupa ülkelerinin göçe zorlanan yahudileri kabul etmeme konusunda aralarında ittifak sağlamaları zor değildi. Yahudiler Avrupa devletlerinin hepsi tarafından reddedilince varacakları yer Osmanlı topraklarıydı. Osmanlı devletinin onları reddedip geri çevireceği veya İran'a ya da Yemen'e doğru ilerlemelerini isteyeceği ihtimalinin olmadığı tahmin ediliyordu. Çünkü Osmanlı'nın o zaman kendi topraklarında yaşayan ama henüz çok küçük bir azınlık olan ve devlete de herhangi bir zararları olmayan Yahudilere gayet iyi davrandığı biliniyordu. Osmanlı biraz da bunu haçlı zihniyetine karşı bir politika olarak yapıyordu.

 

Yahudiler, İspanya'dan kovulduktan sonra muhtelif Avrupa ülkelerine uğradılar. Ama bu göç esnasında Yahudilerin üstlerindeki elbiselerine varıncaya kadar bütün her şeyleri alındığı halde bir tek kişinin canına dokunulmadı. Üstelik sürgün edilen Yahudilerden bir tek kişinin herhangi bir Avrupa ülkesine yerleşmesine de fırsat verilmedi.

 

Bizce bunun iki sebebi vardı: Avrupa, sürgün edilen Yahudilerin her şeylerini soyarak onları miskin ve ilgiye muhtaç bir halde Osmanlı topraklarına sokmak istiyordu. Çünkü bu halde gitmeleri Osmanlı devletinin onlara ilgi göstermesi ve kendilerine bazı imkânlar vererek durumlarını düzeltmeleri için onlara yardımcı olması zorunluluğunu doğuracaktı. Yahudiler ise kendilerine sağlanan imkânları ileriye dönük hesapları için değerlendireceklerdi. Çünkü onların bir yere kazık çaktıktan sonra oraya çiftlik kurma konusundaki maharetleri biliniyordu. İkinci olarak bir tek Yahudi’nim canına dokunulmamış, bunun yanı sıra bir tek Yahudi’nin uğradığı Avrupa ülkelerinden birine yerleşmesine de fırsat verilmemişti. Çünkü Osmanlı ağacının gövdesine ne kadar çok kurt sokulursa o kadar iyi sonuç elde edileceği umuluyordu.

 

Bu göçte dikkatimizi çeken bir husus da Yahudilerin göçte iki farklı yolu kullanmalarına rağmen sonuçta hepsinin Osmanlı topraklarında toplanmasıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere bunlardan bazıları deniz yoluyla İtalya üzerinden direk gelirken, diğerleri Rusya üzerinden geldiler. Ama hepsi uğradıkları ülkelerden kovularak Osmanlı topraklarına toplanmaya zorlandılar.

 

Osmanlı Devleti'nin çöküş ve yıkılma süreci incelendiği zaman bu tespitlerimizin realiteden hiç de uzak olmadığı görülecektir. Çünkü Osmanlı Devleti, dış güçlerle yaptığı savaşlar yüzünden değil içerden yıpratılarak yıkılmıştır.

 

Bu görüşlerimizi doğrulayan önemli bir husus da Avrupa'nın kendi topraklarından kovduğu, kovarken üstlerindeki elbiselerine varıncaya kadar her şeylerini aldığı Yahudilerle onların Osmanlı devletine girmelerinden sonra sıkı bir irtibat içine geçmesidir. Osmanlı'nın çöküş ve yıkılma döneminde yaşanan olaylar incelenirse içeride özellikle Yahudilerin ve dönmelerin kışkırttığı olaylar yaşanırken başta İngiltere olmak üzere muhtelif Avrupa ülkelerinin bu olaylarda Yahudilerle sıkı bir irtibat içinde oldukları görülür.

 

Osmanlı Döneminde Yahudi Lobiciliği ve Osmanlı Devleti'nin İçten Yıpratılmasında Yahudilerin Rolü;

İspanya'dan göç eden Yahudiler, Osmanlı Devleti bünyesinde lobi faaliyetlerini fazla vakit kaybetmeden başlatmışlardır. Onların ilk lobi faaliyetlerinde öne çıkan isimlerden biri 1520'de Portekiz'de dünyaya gelen 1553'te de İstanbul'a göç eden Yasef (Joseph) Nassi'dir. Bu kişi İstanbul'a gelir gelmez devlet yetkililerine yanaşma çabalarını başlattı. Bu çabalarında Şehzade Selim'in (Sarı Selim olarak da bilinen II. Selim'in) karısı ve III. Murad'ın annesi olan Yahudi asıllı Nurbanu Sultan'dan yararlandı. Onun sayesinde o zamanki padişah Kanuni Sultan Süleyman'la da tanışmayı başaran Nassi Yahudi azınlıkla devlet yönetimi arasında bir köprü oluşturdu. Nassi zaman içinde Kanuni Sultan Süleyman'la arasındaki bağı o kadar kuvvetlendirdi ki Kanuni onu özel müşavir tayin etti. Böylece ona şehzadelerle doğrudan ilgilenen "müteferrika" unvanı verildi. Yasef'in kardeşi Samuel Nassi de Kanuni'den özel aylık alan elemanlar arasına seçildi. Böylece Yahudiler saltanat sarayıyla irtibat kurmuş oldular. İşte bu irtibatlarını bazı seçkin Yahudileri önemli konumlara getirmek için değerlendirdiler.

 

Yasef Nassi'nin Osmanlı Sarayı'yla bu kadar sıkı bir münasebet içine girmesinden sonra yürüttüğü bazı faaliyetler dikkatimizi çekiyor: Nassi, Avrupa devletleriyle Osmanlı Sarayı arasında bir köprü görevi görmeye başladı. Bu kişi özellikle İspanya kralı II. Philip ile Osmanlı Sarayı arasında arabuluculuk görevi görmesiyle ün kazanmıştı. Bu, Yahudilerin Osmanlı devletinin içerden yıpratılması için gönderilmiş olması kanaatini destekleyen bir durumdur. Yahudileri İspanya topraklarından sürgün eden İspanya krallığının Osmanlı topraklarına yerleşen Yahudileri Osmanlı Sarayı'yla irtibat için değerlendirmeleri bu açıdan son derece düşündürücüdür. Nassi, sadece İspanya krallığıyla irtibat kurmakla yetinmiyor diğer Avrupa ülkeleriyle Osmanlı Sarayı arasında köprü görevi görmeye de çalışıyordu. Hatta Venedik yönetimiyle Osmanlı Sarayı arasında aracılık etmesinden dolayı Venedik yönetiminden rüşvet aldığı tarihi kayıtlara geçmiştir.

 

Bu dönemde Osmanlı Devleti güçlü olduğundan Yahudilerin Osmanlı Sarayı'yla Avrupa ülkeleri arasında irtibat kurmaları Osmanlı Devleti'ne bir zarar vermiyor belki yarar sağlıyordu. Ama zaman içinde Osmanlı Devleti'nin içine iyice sızınca artık devleti içten çürütmeye, yıkıma doğru sürüklemeye başladılar. Bunda da Osmanlı yönetiminin onların geçmişlerini iyi tahlil edememesinin ve onları Avrupa karşısında kullanmanın Osmanlı devletine sağlayacağı yararlara öncelik vermelerinin büyük rolü olmuştur.

 

Osmanlı Devleti'nde İlk Yahudi Lobisi Nassiler

Sözünü ettiğimiz Yasef Nassi, Osmanlı Sarayı'yla bu kadar yakın irtibata geçince devlet yönetimi üzerinde etkinliği olan bir Yahudi lobisi oluşturdu. İşte bu lobi yani Nassiler, Osmanlı Devleti'nde kurulmuş ilk Yahudi lobisidir.

 

Yasef (Yusuf) Nassi aynı zamanda dünyanın değişik yörelerine dağılmış durumdaki yahudileri Filistin topraklarına toplama fikrini taşıyordu. Bu yüzden o, Siyonizm’in Teodor Hertzl'den önceki asıl fikir babası olarak bilinmektedir. Bu idealini gerçekleştirmek için de Kanuni Sultan Süleyman'la iyi ilişkilerinden yararlanarak kendisine Filistin'in Taberiye gölü çevresinde bir miktar arazi verilmesini sağladı. Bu toprak parçasını alınca bölgede büyük bir Yahudi yerleşim merkezi kurma çabaları içine girdi ve Yahudileri oraya göç etmeye çağırdı. O orada kuracağı Yahudi yerleşim merkezine Sultan tarafından muhtariyet verileceğini umuyordu. Ancak idealini gerçekleştiremedi.

 

 

Osmanlı Devleti'nin Çöküşe Geçmesi ve Bunda Yahudi Lobicilerin Rolü;

 

Osmanlı devletinin kendilerine sağlamış olduğu imkanlardan yararlanarak kısa zamanda büyük bir güce sahip olan yahudiler Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasında önemli rol oynamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasında büyük fonksiyon icra etmiş olan İttihad ve Terakki Cemiyeti 'ni kuranlar ve Jöntürkler (Genç Osmanlılar) hareketini başlatanlar arasında çok sayıda yahudi vardı. Şimdi yahudilerin, Osmanlı Devleti'nin yıpratılmasında ve yıkılmasında ne gibi roller oynadığının daha iyi anlaşılması için bazı ayrıntılı bilgiler vermek istiyoruz.

 

Osmanlı Devleti'nde çöküş döneminin belirgin bir şekilde başlaması 2 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat Fermanı'yla olmuştur.

 

 Bu ferman Sultan Abdülmecid döneminde ilan edilmiştir. Bu fermanın ilanı ise Hariciye Nazırı (Dışişleri bakanı) Mustafa Reşit Paşa'nın çabalarıyla gerçekleşmiştir. Mustafa Reşit Paşa'yı böyle bir ferman yayınlamaya iten en önemli unsur ise Batılılaşma ve ümmet kimliğinden millet (kavim) kimliğine geçme fikridir.

 

Batılılaşma ve ümmet kimliğinden millet (kavim) kimliğine geçme fikrinin alt yapısını hazırlayanlar ise Osmanlı topraklarına yerleşen Yahudilerdir. Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat Fermanı'nı hazırlarken İngiltere'yle sıkı temas içindeydi. İngiltere, böyle bir fermanın yayınlanmasından memnun olduğundan yine kendisiyle temas halindeki Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Osmanlı yönetimiyle uzlaşmasını sağlamıştır.

 

 Bu ferman, Yahudilerin o zamana kadar giremedikleri önemli bazı okullara girmelerini sağladı. Örneğin Tıbbiye Mektebi'ne (Tıp Fakültesi'ne) o zamana kadar giremeyen Yahudiler bu fermanın yayınlanmasından sonra girmeye başladılar. Hatta Yahudi hahambaşının müracaatı ile Sultan Abdülmecid Yahudilere özel olarak: "Yahudiler, dinleri üzere Tıphane'de yiyecekler, içecekler ve diledikleri gibi ayin ve ibadet yapacaklar" diye ferman yayınladı. İlginçtir ki bu okula Yahudilerin girmesinden sonra burası Osmanlı Devleti'nin altını oyan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Jöntürkler gibi hareketlerin beşiği olmuştur.

 

Osmanlı Devleti'nin içten yıpratılmasında en büyük rol oynayan teşkilatların başında Jöntürkler (Genç Osmanlılar) Hareketi gelmektedir. Bu hareket, Yahudilerin Tıbbiye ‘ye (Tıp Fakültesi'ne) girme hakkı elde etmelerinden sonra 1865'te Tıbbiye ‘de doğdu.

 

 Tıbbiye ‘de Jön Türklerin ortaya çıkışını ve güçlenmesini kendisi de bir Jöntürk olan eski İstanbul belediye reisi Cemal Topuzlu şöyle anlatıyor: "Son sınıf talebeleri koğuşlarda yatmazlar, dörder, beşer yataklı odalarda bulunurlardı... Geceleri arkadaşlar bir araya gelince padişah aleyhinde ihtilale davet eden birtakım yazılar yazar, şapirgrafla (bir baskı aleti) basar, bunları gizlice sınıftaki diğer arkadaşlara hatta harice bile dağıtırdık... Jöntürklük Hareketi orada (yani Tıbbiye ‘de) doğmuştu." Yine Cemal Topuzlu, Jöntürkler Hareketi'nin İstanbul'daki merkezinin Beyoğlu'nda olduğunu belirttikten sonra: "Bu merkeze devam edenler arasında benden başka Türk ve Müslüman yoktu" diyor. Bu bilgi söz konusu hareketi tümüyle Yahudi, ermeni gibi gayri Müslimlerin ve yine Yahudi kökenli olan Dönmeler ‘in kurduğu hakkındaki diğer tarihi bilgileri doğrulamaktadır.

 

Bu hareketi başlatanların arasında çok sayıda Yahudi bulunmaktaydı. Bunların ünlülerinden birisi Nissim Russo adlı yahudidir. Yine aşağıda sözünü edeceğimiz Emanuel Karaso da bu harekete öncülük eden Yahudilerden biridir.

 

Jöntürkler Hareketi'ni Avrupa'daki mason locaları da kucakladı ve desteklediler. Bu hareketin ileri gelenlerinden Kazım Nami şöyle diyor: "Hiçbir sahada birleşememiş, daima çekişmiş, didişmiş olan bizdeki muhtelif ırk, milliyet ve dinler, masonluk çatısı altında tam anlaşma halinde idiler."

 

Osmanlı Devleti'nin altını oyan akımlardan biri de İttihat ve Terakki Cemiyeti'dir. Bu cemiyeti de aslında Jöntürkler Hareketi doğurmuştur. Bu cemiyetin de temeli 1889 tarihinde Tıbbiye'de (Tıp Fakültesi'nde) atılmıştır. Ancak bu cemiyetlerin ortaya çıkışında önemli rol oynayanlar yahudiliklerini açığa vuran kesimden değil kendilerine "Dönmeler" denen ve yahudiliklerini gizleyen kesimden idiler. Bu cemiyetin Selanik temsilciliğini yapan Talat Paşa bir masondu ve Selanik'teki mason locasına üyeydi.

 

Gerek Jöntürk Hareketi'nin ve gerekse İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ortaya çıkmasında ve yayılmasında önemli rol oynayanlardan biri yahudi Emanuel Karaso'dur. Emanuel Karaso aynı zamanda Makedonya Rizorta Locası adlı mason locasının üstad-ı azamıydı. Bu locanın merkezi, o zaman nüfusunun yarıya yakın bir kısmı (180 bin kişiden 80 bin kişi) yahudi olan Selanik'teydi ve İtalya'daki mason localarına bağlıydı. Karaso, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli işlerinde paravan ve kurye görevi görüyordu. Yani gizli işlere perde oluyor, onların üstünü örtmekte kendi kişisel ilişkilerinden yararlanıyor, bunun yanı sıra Osmanlı Devleti içinde yaşanan gelişmeleri Avrupa ülkelerine ve Avrupa'daki mason localarına bildiriyordu. Emanuel Karaso, sonraki dönemlerde 1908, 1912 ve 1914 yıllarında gerçekleştirilen seçimlerde üç kez ard arda milletvekili seçilmiştir. Bu seçimlerde önce Selanik'ten sonra da İstanbul'dan milletvekili oldu. Karaso, savaş esnasında da kendini iaşe müfettişliğine seçtirmeyi başardı. Bu görevini yürütürken değişik hilelerle çok büyük servetler edindi. Savaş iaşe müfettişi olduğu halde Libya'nın İtalyanlar tarafından işgal edilmesine yardımcı oldu. Bu yardımının ortaya çıkması üzerine Osmanlı topraklarından kaçma ihtiyacı duydu. Bu yüzden 1919 yılında gayri meşru yollarla edindiği servetle birlikte İtalya'ya göç etti ve çok zengin bir İtalyan vatandaşı olarak ömrünün kalan kısmını o ülkede geçirdi. Emanuel Karaso aynı zamanda çok katı bir Siyonist'ti ve siyonizmin Osmanlı topraklarındaki en üst düzey temsilcisiydi. O aynı zamanda katı bir Türk düşmanıydı. Siyonizmin fikir babası Teodor Hertzl'le birçok kez bir araya gelmiştir.

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti'nde öne çıkan tek yahudi Emanuel Karaso değildi tabii ki. Nissim Masliyah, Alber Ferid Aseo, Alber Fuaa, Rafael Benuziya ve Avram Galanti isimli yahudiler de bu cemiyetin militan kadroları arasında yer almaktaydılar. Bunlardan Nissim Masliyah aynı zamanda Jöntürkler hareketini başlatanlardan ve bu hareketin faal elemanlarındandı.

 

Masonlukla ittihatçılık o kadar iç içe girmişti ki mason localarına girenler aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne de üye kabul edilmişlerdir. Özellikle Selanik'teki mason localarının üyelerinin çoğunluğunu yahudiler veya Yahudi kökenli Dönmeler oluşturuyordu. Jöntürkler aynı zamanda Selanik'teki mason localarını gizli görüşmeleri için kullanıyorlardı.

 

Şair Eşref gerek Jöntürkler'e gerekse İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne Yahudi kökenlilerin hakimiyetini dile getirmek için çok anlamlı bir dörtlük söylemiştir. Bu dörtlüğünde şöyle diyor:

 

"Avdetiler ile hükümetimiz,

Benzedi devlet-i Yehuda'ya,

Bab-ı fetvayı da çıfıtlık edip

Verdiler en-nihaye Musa'ya"

 

Açıklaması:

"Hükümetimiz Dönmeler yüzünden, adeta Yehuda devletine dönüştü.

Fetva makamını da yahudilerin kontrolüne sokup, sonunda Musa'ya verdiler."

 

Osmanlı devletinin çökertilmesinde önemli rol oynayan I. ve II. Meşrutiyet ilanları da yukarıda sözünü ettiğimiz iki teşkilat tarafından gerçekleştirildiğinden bu olaylarda da yahudilerin ve masonların önemli rol oynadıklarını söylemek mümkündür.

 

Yahudiler sadece sözünü ettiğimiz iki cemiyette rol oynamakla kalmamış Osmanlı Devleti'ne zarar veren bütün fitne organlarının oluşmasında ve yayılmasında etkili olmuşlardır. Örneğin Yunanistan ve Bulgaristan'ın henüz Osmanlı sınırları içinde olduğu sırada ortaya çıkan Yunan ve Bulgar komünist partilerine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Komünist cereyanların ortaya çıkardığı Selanik İşçi Federasyonu içinde de yahudiler önemli bir güce sahiptiler.

 

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Filistin'e Yahudi Göçü;

 

Yahudilerin ve masonların Sultan II. Abdülhamid'e son derece düşman olmalarının en önemli sebeplerinden biri onun yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmelerine engel olmasıydı. II. Abdülhamid yahudilerin gizli yollardan gidip o topraklara yerleşmelerini engellemek için de çeşitli tedbirler almıştı. Bu tedbirlerden biri de Filistin topraklarındaki kutsal mekanları ziyaret etmek için oraya giren yahudilerin pasaportlarının gümrük kapılarında alınması ve dönüşte iade edilmesiydi. Yine yahudilerin Filistin'de herhangi bir şekilde toprak satın almaları da yasaklanmıştı.

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin başını çeken Ahmet Rıza, Enver Paşa, Talat Bey ve Nazım Bey Filistin'e yahudi göçünün Osmanlı devletine yarar sağlayacağını iddia ediyorlardı. Oysa onların bu iddiaları mason localarından aldıkları telkinlere dayanıyordu. Zaten Selanik'teki mason localarının temel hedeflerinden biri Filistin topraklarına yahudilerin yerleştirilmesinin önündeki engelleri kaldırmaktı. En büyük engel ise Sultan II. Abdülhamit'ti. O tahttan indirilince yahudi göçünün önündeki bu en büyük engel kaldırılmış oldu.

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti, sultan II. Abdülhamit'i tahttan indirince yerine Sultan Reşat'ı getirdi. Sultan Reşat, ittihatçıların karşısında genellikle pasif kalmıştır. Dolayısıyla devlet yönetiminin iplerini onlar almış oldular. Onlar da Filistin topraklarına yahudi göçünü kolaylaştırdılar. İttihatçılar, II. Abdülhamit'in yabancıların Filistin'den arazi almalarını yasaklayan kanunlarını uygulamadan kaldırarak, yahudilerin Filistin dahil memleketin her tarafından toprak satın almalarına imkan sağlayan kanunlar çıkardılar.

 

1909'da II. Abdülhamid'in hal'inden sonra iktidara gelen hükümette birkaç yahudi kökenli bakan bulunuyordu. Bu konuda Encylopedia Judaica'da şöyle denmektedir: "1909 Jön Türkler İnkılabından sonra iktidara gelen ilk hükümette, aralarında Baruchiah Russo ailesinin ahfadı (torunu) olan ve fırkanın liderlerinden biri olarak faaliyette bulunan Maliye Bakanı Cavit Bey'in de bulunduğu birkaç Dönme mevcuttu."

 

Yahudilerin ve onların gizli kanadı durumundaki Dönmeler'in etkinliklerini gören ve siyonizm tehlikesinin memleketi uçuruma doğru sürüklediğini fark eden Gümülcine mebusu İsmail Hakkı Bey, ittihatçılara karşı 21 Şubat 1910'da Ahali Fırkası'nı kurarak muhalefete başlamıştır. İsmail Hakkı Bey, Şubat 1911'de Meclisi Mebusan'da yaptığı bir konuşmada siyonizm tehlikesine dikkat çekmiş ve siyonistlerle ilişki içinde olan ittihatçıların memleketi yahudilere sattıklarını dile getirmiştir. Bu gerçeği dile getirenlerden biri de Beyrut mebusu Rıza Salih Bey'di. Rıza Salih Bey, İsmail Hakkı Bey'in ardından Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada şunları söylemişti: "Yahudiler devletlere mahsus bayrak ve aralarında kullanılmak üzere pul çıkardılar ve para bastılar. Para ve bayrak için elimde şu anda vesika yok ise de pul örneğini Şükrü Bey göstermişti. Museviler Filistin'de bin kuruş denilen tarlayı elli kuruşa alıyorlar. Birçok araziyi satın alıp koloniler haline getirmektedirler. İki yüz bin nüfusa yaklaştılar. Bu bölgenin ekonomisi tamamen ellerine geçmiştir." Yahudilerin Filistin'de o zamanki nüfusları henüz iki yüz bine ulaşmamıştı. Ancak sanıyoruz Rıza Salih Bey bu sayıyı tahmini olarak söylemiştir.

 

Önceleri İttihatçılarla birlikte olan ancak onların siyonistlerle işbirliği içinde olduklarını yakinen görünce onlara karşı cephe alan Miralay (Albay) Sadık Bey de siyonizm tehlikesine şu şekilde dikkat çekiyordu: "Bugün siyonistler nazarında Osmanlı Devleti'nin çökmesi, hiç değilse Kudüs'ün ve Filistin'in bizden kopması istenmektedir. Masonlar da onlarla beraberdir. Buralarda bir yahudi hükümeti kurmak istiyorlar." Miralay Sadık Bey bu uyarıyı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kongresine sunduğu bir raporda yapmıştı. Fakat İttihatçılar onun raporunu derhal ortadan kaldırmış ve kendisini de istenmeyen adam ilan etmişlerdir.

 

Bütün bu bilgiler İttihatçıların Osmanlı Devleti'nde ipleri ellerine almalarından ve Sultan II. Abdülhamid'i bertaraf etmelerinden sonra Filistin'e yahudi göçünün kolaylaştırıldığını gözler önüne sermektedir.

 

 

Osmanlı Devleti'ni Ekonomik Yönden Çökerten Bir Tabaka: Galata Bankerleri;

 

İspanya'dan göç eden yahudilerden İstanbul'a yerleşenlerin birinci derecede yaptıkları iş tefecilik yani faizli para alış verişiydi. Hatta tefecilik işinde "Galata Bankerleri" diye bilinen bir tefeci tabakası oluşturdular. İstanbul'un Galata semtinde bulunan Komisyon Hanı ve Havyar Hanı adı verilen iki ayrı handa bu işi yürüten yahudi tefeciler devlet memurlarından ziraatçılara varıncaya kadar para sıkıntısına düşen herkese yüksek faizle borç para veriyor ve bu işten büyük kazançlar sağlıyorlardı.

 

Zamanla işi o kadar büyüttüler ki birtakım devlet kurumlarına bile faizle kredi vermeye başladılar. Bunun yanı sıra devletin yabancı ülkelerden borç bulmasında da aracılık ediyor ve bu iş için komisyon alıyorlardı.

 

Öyle ki devletin milli geliri ve dışarıdan aldığı borçların önemli bir miktarı borsa oyunları, tefecilik ve faizcilik işlemleri ile büyük çoğunluğunu yahudilerin oluşturduğu Galata bankerlerine gidiyordu. Galata Bankerleri tabakasını oluşturan bu yahudiler faizcilikle kendi sermayelerini sürekli büyütürken devleti ekonomik yönden ciddi sıkıntıya soktular.

 

Diyebiliriz ki Osmanlı Devleti'ni ekonomik yönden çökerten en önemli etken dış borç ve onun getirdiği faiz yüküydü. Bu borçların getirdiği faiz yükünün yüksek olmasının en önemli sebebi ise Galata Bankerleri'nin tefecilik oyunlarıydı.

Yorum Yazın